Milliyetçilik kavramı, 1789 Fransız devrimi sonrasında, önce Avrupa’da sonra da dünyada yayılan bir akım. Bir nev’i ulusalcılık, nasyonalizm ve kavmiyetçilikle eş anlamlı…
Örf, adet, gelenek, dil, tarih, vatan gibi ortak mefhumlara sahip toplumların fertlerinin; ülkelerini ve milletlerini sevmesi, tabii bir haslettir. Fakat kendi toplumunu ve milletini diğer toplumlardan ve milletlerden üstün görmek, insanî ve İslamî açıdan kabul edilemez bir olgu.
Müslümanların, son büyük devleti Osmanlı’nın yıkılması ve parçalanıp, 40’a yakın devlete dönüşmesinin belki de en önemli unsuru, milliyetçilik akımıdır. Osmanlı’da milliyetçilik akımı, Balkanlarda çok hızlı bir şekilde yayıldı. Osmanlı’nın Balkanlardaki toprakları üzerinde Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya, Hırvatistan, Romanya, Slovenya, Yunanistan gibi devletler oluştu.
Birinci Dünya savaşı sonunda da, Osmanlı’nın hâkimiyetindeki Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Filistin, Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak, Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Emirlikler, Katar, Kuveyt gibi devletler kuruldu.
Bu coğrafyalarda yaşayan toplumlar, 19. asra kadar, huzurlu ve mutlu bir hayat sürdürürlerken; Milliyetçilik zehrini yutan toplumlar, Osmanlıya isyan ettiler ve ayrı birer devlet hâline geldiler. Bu devletlerin hemen hemen tamamına yakını, bu gün kaos ve kargaşa içinde yaşamaktalar.
Osmanlı’nın yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kanunu-esasisi (anayasası) 20 Kânun-ı Sani 1337 (20 Ocak 1921) tarihinde, Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir.
O anayasanın 7. maddesi şöyleydi: “Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilâm gibi temel haklar, Büyük Millet Meclisi’ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh ve hukuk hükümleriyle, örf ve âdetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu’nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir.”
Burada da ve diğer maddelerde görüldüğü gibi, herhangi bir ırk, millet zikredilmemektedir. Fakat kısa bir süre içinde, İslamî hassasiyetlere sahip mebusların bazıları suikastle öldürülüp, bazılarının da vekil seçtirilmemesi üzerine ipleri eline alan Mustafa Kemal; önce Hilafeti kaldırarak, dünya Müslümanlarıyla Türkiye Müslümanlarının arasını açtı. Akabinde Türk Milliyetçiliği anlayışını ‘Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır’ şeklinde anayasanın 4. Maddesi yaptı.
Artık Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan Arap, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak gibi tüm etnik grupları yok sayan bir anlayış, devlet idaresine ve idarecilerine hâkim oldu. Hatta iş zıvanadan çıktı, kafatasçılığa evrildi.
“1932 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti’nce düzenlenen Birinci Türk Tarih Kongresi’nin ikinci oturumunda, Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti azasından ve Musiki Muallim Mektebi Tarih Muallimi Afet Hanım, `Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde` başlıklı tebliğini sunar.
Afet Hanım bu tebliğinde, Orta Asya’nın `otokton (yerli)’ halkının ârî ırka mensup Türkler, dillerinin de Türkçe olduğunu öne sürdükten sonra, şu tespiti yapar: Ârî ırkın kafatası, brakisefal tip kafatasıdır!
Afet Hanım’dan sonra İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi Antropoloji Müderris Muavini Doç. Dr. Şevket Aziz Kansu söz alır. Dr. Kansu’nun, ‘Büyük Şefim’ diye başlayan konuşması (Konferansı Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa da izlemektedir) Afet Hanım’ın tebliği üzerinedir ve özeti, kendi ifadesiyle, şudur:
‘Anadolu, brakisefal buğday renkli veyahut beyaz, güzel, bazen mavi gözlü ve kumral bir ırk tarafından iskan edilmiştir. Bu ırk Orta Asya’dan geliyor.’
Dr. Kansu, Türklerin, ‘Alp insanı’ olarak adlandırdığı Ari ırktan brakisefal kafatasına sahip olduklarını kanıtlamak için, dikkat edilsin, şunları söylemektedir:
‘Keza diyeceğim ki, ilim metodla yapılır. İlim, metodun mahsulüdür. […]
Bendeniz, Anadolu`da gezdiğim zaman ne kadar saf, güzel velut Türk ırkına, tesadüf ettim. Aldığım ölçüler, morfolojik karakterler, bu kanaatimi sarsılmaz imana dönüştürdü.
Doç. Dr. Şevket Aziz Kansu, üç gün sonra, bu defa kendi tebliğini sunmak üzere kürsüye çıkacak ve bir önceki konuşmasında sözünü ettiği ‘ölçüler ve morfolojik karakterlerinden neyi kastettiğini, ‘Türklerin Antropolojisi’ başlıklı tebliğinde, açıkça dile getirecektir:
“1929 senesinde ilk antropolojik tetkiklerime başladığım zaman 25 Türk kadını ve 25 Türk erkeğinin kafasını ölçtüm. Bu ölçülerin vasatisini, Fransızların kafa ölçüleriyle mukayese etmek istedim.”
Dr. Kansu, bu `iki etnik grubun sefalometrik [kafatası ölçüleri] mukayesesinin sonuçlarını bildirir ve bununla da yetinmez, Türk ırkının ‘brakisefal, ince burunlu, vasati ve vasatiden uzun boylu, buğday renkli yahut kumral’ Alp tipi`ne mensup olduğunu kanıtlamak için, sahneye bir aileyi de çıkarır.
Devamını Dr. Kansu’dan dinleyelim: ‘Ankara’nın biraz şimalinde ‘Bağlum’ köyünden Aptullah’ı, kadınını ve küçük yavrusunu takdim ediyorum. İşte halis dağlı adam, Alp adamı, Türk adamı (Alkışlar). Aptullah, koyu olmayan gözlere, buğdaydan daha açık kumral bıyıklara ve beyaz bir tene sahiptir. Fakat işte yavruları, saçları altın renkli olan bu yavru, Türk ırkına mensuptur (Alkışlar). İşte Alp adamı. Orta Asya`dan gelmiş olan adam, bizim ecdadımıza bağlı olan adam (Alkışlar).”
Daha sonra Afet İnan’ın ifadesiyle “Hazineden mühim bir miktar” ayrılarak, 64.000 kişinin kafasında “antropometrik anket” uygulanarak ölçüm yapılır.
Cumhuriyet Tarihinin en azılı dinsizlerinden ve kafatasçılarından, Adalet Bakanlığı da yapan Mahmut Esat Bozkurt’un başkanlığında 10 Ekip oluşturularak, Anadolu 10 bölgeye ayrılarak ‘kafatası ölçümleri’ yapıldı. 21 Eylül 1930 tarihli Son Posta gazetesine şu açıklamayı yapıyordu: “Bu milletin efendisi Türk‘tür. Öz Türk olmayanların bu memlekette tek bir hakları vardır o da hizmetçi olmak, köle olmak.”
Ülkemizin son 5 senesinin siyasi hayatını ele alacak olursak, Kemalizm ve Milliyetçilik felsefesinin, hayatın her sahasına nüfuz etmekte olduğunu görürüz. Bu çok tehlikeli bir gidiştir ve Allah korusun ülkemizin bölünmesine kadar gidebilir. Siz Türk Milliyetçiliğini ön plana çıkarırsanız, başka ırklara mensup insanlarda, ister istemez olumsuz bir haleti ruhiye oluşacaktır.
Anadolu coğrafyasında yaşayan tüm toplumlar 10 asrı aşkın bir zamandır kardeşçe yaşamaktadırlar. Kemalizm ve Milliyetçilik, bu topluma ayrılık
ve nifaktan başka bir şey getirmiştir!