Bir önceki hafta tam yazımı yazmak üzere köşeme oturduğumda bir telefon görüşmesi sonucunda yazı yazmaktan vazgeçtim. Kırılmıştım, sinirlenmiştim, öfkelenmiştim hatta. Valla, bundan dolayı pişmanlık duyuyorum, hani kırıldığım, sinirlendiğim, öfkelendiğim için. Karşı tarafın hakkına girdim, haklı mıyım?
Benimle bir konu üzerine danışmak için ısrarla arıyorlar, ilgileniyorum, yapacağımı yapıyorum, neticesinde sarfettiğim zaman, sözler ve itibarımın hevaya uçtuğunu bildirmek için tekrar arıyorlar. Nazik insanlar, adablı, bunlara denecek söz yok ki. Danışmışlar, düşünmüşler, taşınmışlar, bir de dediğimi yapmadıklarını bildiriyorlar. Ben de insanlara yardım etmek için varım. Google aracılığıyla aramaktan daha kolay, bi alo dersin, sorarsın, ordaki bilmiyorsa – sosyal çevresi çok geniş, araştırıp öğrenecek, bulacak, işini bitirecek. Bir de her seferinde – arayanın burada yabancı, veya konuya yabancı, veya mesleğinde acemi (bir de ailesini geçindirmek zorunda) olduğunu düşünüp çözüm peşinde koşuyorum. Mesela ev arıyor, “hani abla senin çevren var, tanıdık var, ara sor”, amenna derim – arıyorum olası ev sahiplerini. Peşinen pazarlık yapıyorum, hani arkadaş gelecek, az değil. Bakıcı lazım, aynı. Belirli bir meslekten birine ihtiyaç var, bilmiyorsam bileni arıyorum. Durum böyle böyle. Bir hal hatır, bir epeydir görüşmedik… Telefon görüşmenin ortasında, eski dostumu uzun zamandır aramadığım için vicdan azabında kıvranarak mutlaka görüşelim, işte bu hafta falan günü evimize bekliyoruz… veya falan günü size bir kahve pasta sipariş edip dertleşelim – diye konuşurken buluyorum. Söz söz. Yani arayanlar uzun zamandır görüşmediğim eski dostlarımı arkadaşlarımı aratararak gayr-ı ihtiyari bana sevap kazandırıyorlar. Çevrem geniş. Eee, bir de ben şikayet ediyormuşum. İşte tam bu beklenmedik görüşmelerden dolayı NO Limit telefon paketini aldım. Ülke içindeki hatlarla sınırsız konuşabiliyorum. Daha hesaplı. Telefon faturalarımı kendim ödüyorum, kurum kuruluşa ödetmem ki. Bir de tam bir beyti çözerken beytin ortasında telefon çağrısı geliyor, belki acil bir şey var, cevaplıyorum, sonra arayanın meselesini unutmamak ve bir an önce yardımcı olmak için arayacağım kişileri arıyorum, haller, hatırlar, yedi kuşak sülalenin hal hatırı bitince, hangi beytin üzerinde durduğumu değil, hangi eserin üzerinde durduğumu unutuyorum. Eh belki bulduğum çözüm doğru olmamıştı da Allah bana birinin telefon çağrısını göndermiş, unutturmuş çözümümü, tekrar daha iyisini bulayım diye. Bir de millet çok nazik: arıyorlar, efendim sizin tavsiye ettiğiniz nesne veya kimse değil, başkasını uygun gördük diye bilmenizi istiyoruz. Bir de ben kırılmışım, alınmışım, sinirlenmişim, öfkelenmiştim hatta. Her seferinde olmuyor, ama bu sefer karşı taraftakine oldukça söylendim. Örnek vereyim: bir şairler buluşması için yabancı dil bilen iyi şairlerin isimlerini, özgeçmişlerini istiyorlar. Tarih falanca. Madem araştırma alanımdaki şairlerin hepsi merhum ve sadece himmetleri çağırılabilir (Osmanlı dönemi Divan Edebiyatı yani) Çağdaş Boşnak Edebiyatı hocası arkadaşlarımı arıyorum. Hani son zamanlarda kimler var, ödül falan almış, madem ben tavsiye ediyorum mahçup olmayayım, okumadığım biri ise kitabını temin et oku, sonra şairlerin telefonlarını temin ediyorum, arıyorum, uzunca anlatıyorum mevzuu, özgeçmişi istiyorum, göndertiyorum, sonra bir sebepten vazgeçiyorlar. Ya benim aradığım kişilerden, ya da programdan. Çevrem geniş ya. Tekrar arıyorum, özür diliyorum, rahatsız ettim, gerçekten kendimi suçlu buluyorum, sırf kendimi aklamak için verdiğim rahatsızlığı bir şekilde telafi etmeye çalışıyorum. Diğer mesleklerle ilgili de durum üç yukarı beş aşağı aynı. Yardım etmek için varım ya. Eskiden taa Anadolu’dan gelip burada ‘alan araştırmaları’ çerçevesinde insanlarla buluşuyorlardı. Geniş sosyal çevrem başka neye yarar, di mi? Tabi aralarındaki iletişimi sağlamak benim işim. İki taraf akıllı bir şeyler konuşacak, ben orda bir kablo niteliğindeyim. Tercümanlık yapmak kolay. Her iki dile hakimim, dilim durmak bilmiyor, ücretsiz tercümanlıkla bana iyilik yapıyorlar. Yani, konuşuyorum ve anlatacağımı düşünmek zorunda değilim. Maksat konuşmak ve zaman öldürmek. Bir de pratik yapıyorum. Az değil, farklı farklı konularda sözcük hazinemi genişletiyorum. Millet dil öğrenimi için dünyanın parasını veriyor, ben de ücretsiz bilgi elde ediyorum. Nankörmüşüm. Teşekkür etmeyi bilmiyorum, şimdiye kadar bana bu iyilik yapanların elinden öpmem gerekiyor. Çay kahve ikramını yapmışım, tekrar da yaparım. Müteşekkirim çünki. Geç anladımsa da. Eh bu görüşmeler sırasında sözler verilir. Sözler, nasıl sözler? Epeydir fıkra anlatmadım, hadi paylaşayım bir şey… Eski zamanlarda, hatunların evde, erkeklerin dışarda vakit geçirdiği zamanlarda, bizim Muyo dükkanına gitmiş, Fata da evde, kocasıyla içtiği kahvenin üçüncü fincanın son yudumlarını içerken, kendi kendine: Öğlene beyimin çorbasını, böreğini, helvasını yaparım demiş. Arada bizim Fata’nın bir iki bayan komşusu gelmiş, hadi kahve hadi şerbet hadi sohbet derken, dalmışlar, kadınlarla sohbet etmek hoş, konu çok… Fata da tekrar kendi kendine: Olsun, beyimin çorbasını böreğini yaparım, yeter. Rahat rahat misafirleriyle konuşmaya devam etmiş, birer fincan kahve daha… Aaa, zaman çok çabuk geçiyor, komşuları ayağa kalkmış, evlerine dağılmış, kendisi o fincan bardakları toplayıp mutfağa götürmüş, fincanları yıkarken: Valla beyimin çorbasını yaparım – demiş… o sırada avlu kapısının açıldığını, avlu kaldırımlarında ayak seslerini duymuş. Fata’nın ağızından öyle bir söz kopmuş ki… Söylemesek de ne yaptığını biliyoruz.
İşte verilen sözler, o Fata’nın sözü gibi. Onun da beyinin çorbasını, böreğini, helvasını yapma niyeti varmış. Sonuç da belli, ne sunmuş ne vermiş, kocasına ne yedirmiş belli. Nasip mi diyelim. Yoksa geçelim.
Söz alan (tam elektrik alacak küçük ev aletleri veya beyaz eşya gibi) kabloya basıyor, sallıyor, hani elektrik gelecekti de gelmiyor. Çoğu zaman kabahat kabloda, herkes bilir. İşte bu kablo mahiyetimi kavradığımda arada bir dikatsizce dokunanların ellerinden vurmuşum, madem ki kabloyum, yaptığım hamlelerden de sorumluluk çekmiyorum. Esnekliğini yitirmiş kablo diye karar vermişler, artık büyük işlerde hayır için çeviri yaptırmıyorlar. Saygıdan, sosyal çevremin geniş olduğunu bildikleri için belirli konularda benimle istişare etmek için arıyorlar. Saygı gösteriyorlar. Hani, şimdi birine nasılsınız dersiniz, o da sağlık raporunu, kan tahlili sonuçlarını vermeye başlarsa adam deli deyip geçersiniz. İşte öylesine soruyorlar, saygı ifadesi olarak. Saygılarının altını çizmek için birkaç defa da arıyorlar. Anlaşıldı. Ben de geri zekalı, ciddiye alıyorum bu soruları… Yardım etmek için varım ya.
Birkaç gün önce biri bir sosyal medya aracılığıyla bana bir mesaj çeker. Kıvrak biraz. Özel bir şey soracakmış. Nasıl yapacağını bilmiyormuş. Kim olduğunu bilmiyorum, takipçilerden biri imiş. Bizdeki iftardan birkaç dakka evvel mesaj geliyor. Tam o sırada kapıda zil sesleniyor, misafirler. İftar vakti diyorum, kusura bakmayın. Tabii lastiğin hangi tarafa çekildiğini anladım, beş demeden Leblebi diyeceğini, pardon leb demeden Beşiktaş diyeceğini bildiğim için, adama nazikçe evlendirme memuru olmadığımı, evlenecek kız kadın kataloglarım olmadığımı, görücülük yapmadığımı ve bizim kültüre uygun olmadığını yazdım. Bir de bununla uğraşanların genellikle edebiyat hocaları olmak zorunda olmadığı gibi bir şey… yani, bu mesleğin adı farklı. Adam bizdeki iftar saati onun memleketindeki iftar saatiyle denk gelmediğini nerden bilecek ki? Bir de adam bana alaylı konuşmamın ayıp olduğunu, bana hiç yakıştırmadığını, yazar olarak insanlara yardım etmem gerektiğini yazdı. Uyardı yani. Bir taraftan önüme sevap kazanma fırsatı veriyor, bir de ben azarlıyorum. Hani, kendisine uygun bir eş bulmakla, iki insanı mutlu etmekle cennet bile kazanırdım, ben de kolaylıkla bu fırsattı reddetmişim. Nankörüm, vesselam.
Böyle nankörlüklerden tedavi etmek na-mümkün gibime geliyor. Teklif edilen şekilde sevap kazanmaktansa feraizi yerine getirip Rahmet-i Rahman’a güvenmeyi tercih ediyorum. Ramazandır. Ve Allah afuvvun kerim.