Bizim kahveyle tanışıklığımız Yavuz Sultan Selim Dönemine rastlar. Daha önce hacılar sayesinde az miktarlarda da olsa yurda getirilen kahve, Mısır’ın fethinden sonra yavaş yavaş ülke genelinde yayılmaya başlar. Ancak kahvenin iyice tanınması ve akabinde kahvehanelerin açılması Kanuni Sultan Süleyman devrinde gerçekleşir. Peçevi, ilk kahvehanenin açılışını 1554 yılı olarak tarihlendiriyor. Halepli Hakem ve Suriyeli Şems adında iki şahıs Tahtakale’de bir dükkân açıp kahve satışı yaparlar. Kısa zamanda satranç oynayanların, gazel okuyanların değişmez buluşma noktası haline gelen Tahtakale’deki mekân kahve müptelaları ile dolar taşar. Bu tarihten sonra kahvehanelerin sayısı artar, milletin sohbet ve eğlence yerleri haline gelir.
Kahve yüklü gemiler Tophane’de batırıldı
İlk kahvehanelerde müşteriler sedirlere oturuyorlardı. Bazı kahvelerin ortasında bulunan fıskiyeli mermer havuz, bilhassa yaz aylarında bulunmaz bir serinlik kaynağı idi. Ocaklar çiniden veya oyularak süslenmiş ahşaptandı. Fincanların konulduğu raflar ise tahta işçiliğinin en güzel örnekleri ile doluydu. Kahve fincanları kulpsuzdu lakin eli yakmaması için tahtadan, bakırdan veya hayvan boynuzundan yapılma bir muhafaza içinde müşteriye sunulurdu. İznik ve Kütahya çinilerinden yapılmış harika fincanlar önce göze sonra damağa hitap ederdi.
Kahvehanelerin büyük ilgi görmesi, XVI. yüzyılın sonlarına doğru ulema sınıfının bu mekânlara karşı cephe almasına neden oldu. Önceleri ilim erbabının devam ettiği ve üst düzey ilmi sohbetlerin yapıldığı kahvehanelerin daha sonra işsiz güçsüz kimselerin toplanıp buraları birer dedikodu yuvası haline getirmeleri bardağı taşırdı. Bunun yanında bir de kahvelerde kumar oynatılması, zaman zaman sonu ölümle biten kavgaların yaşanması ulemanın bu mekânlarla ilgili menfi kanaatlere sahip olmalarına yol açtı. Sonunda Kanuni’nin Şeyhülislamı Ebussuud Efendi, kömür derecesinde kavrulan maddeleri yemek ve içmenin caiz olmadığını belirtmiş ve kahve için “Her nesne ki fahım mertebesine vara, yani kömür ola, sırf haramdır” şeklinde fetva vermişti. Bu fetvadan sonra Yemen’den İstanbul’a getirilen kahve yüklü gemilerin, Tophane önünde dipleri delinerek batırılmasını kahve tiryakileri yaşlı gözlerle izlemişlerdi. III. Murat zamanında çıkarılan bir fermanla kahvehanelerin tamamının kapatılması kararı alınmış, kahve de alkollü bir içki sayılarak yasaklanmıştı. Kahvehane sahiplerine de mağdur olmasınlar diye mekânlarını berber dükkânına çevirme hakkı verilmişti. Ancak İstanbul halkı yine de bir yolunu bulup gizli saklı kahve içmeye devam ediyordu. Sultan IV. Murat kahveyi ve kahvehaneleri yasaklamakla kalmamış, bir emri ile tüm kahvehaneleri yıktırmıştı (1633). Üstelik bu emir sadece İstanbul’da değil Edirne’de de uygulanmıştı. İtiraz edenlere idama kadar varan ağır cezalar verilmişti. Bu fırtınalı dönem Sultan İbrahim’e kadar devam etti ve 1640 yılında nihayet kahvehane yasağı kalktı.
Esrar kahvehaneleri
XVII. yüzyılın sonu XVIII. yüzyılın başlarında İstanbul’un bazı semtlerinde yeniçerilere ait kahvehaneler açıldı. Balık, kılıç, gemi gibi kendilerine ait sembollerle anılan yeniçeri bölükleri, açtıkları kahvelere bu âlemleri muhakkak asar, kimse de kendi bölüğüne ait olmayan kahveye uğramazdı. Sultan II. Mahmut, Yeniçeri Ocağını kaldırırken bu kahvehaneleri de unutmamış, hepsini kapatmıştı. Diğer kahvelerin çalışmasına ise müsaade edilmişti. Bu tarihten sonra İstanbul’daki tulumbacılar, kahvehane kültürünü yeniçerilerden miras alarak II. Meşrutiyet dönemine kadar devam ettirdiler.
İstanbul’da ki mahalle kahvehaneleri muhit ve özelliklerine göre kendi içinde bir ayrıma tabi tutuluyordu. Esnaf, Âşık, Yeniçeri, Tulumbacı, Semaî (Çalgılı kahvehaneler), Meddah, Esrar, Seyyar kahvehaneleri adıyla bilinen bu mekânların her birinin kendine has özellikleri bulunmaktaydı. Çok İlgi çeken ancak adını fazla duymadığımız, Tahtakale, Galata, Kumkapı, Samatya ve Tavukpazarı gibi semtlerdeki esrar kahvehaneleri, birçoğu alkolik, özellikle de esrarkeş olan müdavimlerin buluşma noktasıydı. Esrarkeşler sosyal hayattan uzak olmalarına rağmen birbirlerine sık sıkıya bağlıydı. Toplumun dışına itilmiş, kimseleri olmayan bu insanlar ancak esrar kahvehanelerinde o da kendi aralarında sosyalleşebilmekteydi. Aynı zamanda yatakhane olarak da kullanılan esrar kahvehaneleri, mahalle sakinlerinin gözünde, girilmemesi gereken bir batakhane görünümündeydi.
Meşhur kahvehaneler arasında sayabileceğimiz semai kahvehaneleri ise XX. yy’in ilk çeyreğine kadar varlığını sürdüren sazlı sözlü eğlencelerin yapıldığı baş mekânlardı. Daha çok tulumbacılar ve meşhur kabadayılar tarafından açılan bu kahvehaneler, kendilerine mahsus çalgı takımları, semai ve mani okuyan sanatçıları ile Osmanlı insanının çok fazla rağbet ettiği yerlerdi. Beyazıt’ta, Saraçhane’de, Unkapanı’nda, Firuzağa’da, Kasımpaşa’da ve Üsküdar’da özellikle Ramazana özel semai kahveleri kurulmaktaydı. Bu kahvelerde çığırtma denilen bir flüt, bir darbuka, bir de zilli maşadan oluşan iptidai bir çalgı takımının yanında semai (hece ölçüsüyle yazılmış olan halk şiiri türü), mani ve destan okuyan halk sanatçıları bulunmaktaydı.
Hoş bir hatıra oldular
Bilinen bir diğer kahvehane de oyuncu loncasına ait olanlardı. Özellikle esnaf, sanatkâr ve oyuncuların devam ettiği bu mekânlarda gölge oyunları ve meddahların gösterileri çok renkli geçmekteydi. Bu kahvelerin esnaf teşkilatı gibi bir kethüdası ve lonca heyeti bulunur, zaman zaman yaşadıkları sorunlara kendi içlerinde çare ararlardı. Oyuncu loncası kahveleri içinde en büyüğü Mısır Çarşısı’nın Paçacılar kapısına giden caddede bulunan Bahçeli Kahveydi. Burası kapanınca müdavimler Galata’da bir mekânda toplanmaya başlamışlardı.
Kahvehanelerin gazete ve kitap okunan yerler olarak kıraathane haline gelmeleri XIX. yy’e rastlar. Bunların en meşhuru 1857 yılında Ermeni Sarafim Efendi tarafından Beyazıt’ın Okçular Caddesi üzerinde kurulan “Okçular Kahvesi” idi. Burası zamanla gazete ve dergilerin arşiv olarak saklandığı, dönemin meşhur gazeteleri Tasvir-i Efkâr, Tercüman-ı Ahval, Takvim-i Vak’a-i, Ceride-i Havadis gibi gazetelerin bulunduğu bir kıraathane halini almıştı. Ebuzziya Tevfik Bey, Namık Kemal, Hâlit Ziya ve Ahmet Rasim, Sarafim kahvehanesinin en bilinen müdavimlerindendi. Daha çok din adamları ve ulemanın devam ettiği diğer bir kıraathane de Mahmutpaşa Cami civarındaydı. Özellikle satranç meraklıları burada buluşur, heyecanlı karşılaşmalar organize edilirdi. 1850-1860 yılları arasında Galata’da açılan Asya Kıraathanesi de gümrüğe yakın olduğu için daha çok memurların ve komisyoncuların uğrak yeriydi. Sultan II. Abdülhamit devrinde bir Asya Kıraathanesi de Üsküdar Selmanağa Mahallesinde açılmış lakin devrin tüm kumarbazlarının uğrak yeri haline gelince kapatılmıştı. Bunların dışında geçen asrın meşhur kahvehaneleri arasında Galata’da Kemeraltı, Yenicaminin arkasında bulunan Bahçelikahve, Beyazıt’ta Küllük, Sirkeci Vakıf Han’da Borsa, Cağaloğlu’ndaki Meşrutiyet Kıraathanesi, Şehzadebaşı’nda Darüttâlim sayılabilir.
Her birinin kendine has bir tadı olan bu güzel mekânlar bugün sadece hafızalarda hoş bir hatıra olarak kaldı.