18 Nisan 2002…
Ateş Hattı canlı yayını…
Reha Muhtar’ın mahallenin değil Türkiye’nin muhtarı olduğu dönemler…
Bu fakir Milli Gazete yazarı olarak çok genç yaşında programa iki saat kala davet almıştır…
Takvim yazarı sevgili dostum Bekir Hazar, -ki kendisi şahittir, çünkü programa davet eden kendisidir- akşamın saat sekizinde iki saat sonra Türkiye’nin o günlerde en çok izlenen tartışma programına gelmem için ısrarla davet etti…
Konu ne diye sordum, tek isimle cevap verdi; Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşma…
Gerisini sormadım, on dakikalık bir ön çalışma ile konuşma metnini buldum…
Başka en küçük bir hazırlık dahi yapmadan programa çıktım…
Çok sonraları bana itiraf etti Bekir Hazar, bugün camia adına en çok öne çıkmış, bazıları artık gözden düşmüş ne kadar popüler gazeteci varsa programa davet edilmiş ama hiç kimse çıkmayı kabul etmemişti…
Tabii ki ben çaylak bir isimdim onlara göre, hesap nedir bilmeyen, zamanın ruhunu düşünmeyen, sadece doğru bildiklerini söylemenin yeterli olduğunu zanneden bir yeni yetme…
Henüz ortada AK Parti yok…
Tayyip Erdoğan’ın partileşme çalışmaları başlamış ama ne olacağı belli değil…
Çünkü ortalıkta gezen fısıltılara göre zaten asker böyle bir şeye izin vermezdi…
O nedenle hesabı kitabı tartıya vuranlar için o zaman da böyle bir programa çıkmak büyük riskti…
Bizim kaybedecek bir şeyimiz yoktu, nema problema…
Programa çıkınca bazılarının neden gelmediğini şimdi buradan geriye bakınca daha rahat değerlendirebiliyorum…
Karşı tarafta gerçekten tartışması zor isimler vardı, zorlukları bilgilerinden değil çarpıtma yetenekleri ve yüksek ses çıkarma kapasiteleri yüksek olduğundandı…
Bedri Baykam; Şimdilerde gözden düşse de bir zamanlar Atatürkçülük ve CHP temsiliyeti konusunda ekranların değişmez ismiydi…
Ümit Zileli; O da şimdilerde ortalarda yok ama karşı tarafta bana yaşı en yakın ama aynı zamanda bağırarak konuşma sınırı epey yüksek Kemalist yazar…
Cüneyt Canver; Rahmetli eski bir politikacı…
Berhan Şimşek; Deniz Baykal’a yakın, bir dönem CHP İstanbul İl Başkanlığı yapmış eski sinema oyuncusu…
Doğu Perinçek; Vatan Partisi Başkanı…
Benimle aynı tarafta ise şu isimler yer alıyordu; Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas, Ahmet Özal ve o zaman var olan Liberal Parti Genel Başkanı Besim Tibuk…
Konuysa şu; Tayyip Erdoğan RP İstanbul İl Başkanı olduğu yıllarda yaptığı bir konuşmanın yayınlandığı kasetten hareketle Atatürk’e hakaret edip etmediği…
O günlerde meşhurdu, iki saat süren kasetlerin içinden konuşmalar cımbızla çekilip, Reha Muhtar ve Ali Kırca gibi ünlü anchorman’ların sunduğu haber bültenlerinde günlerce döndürülür ve ilgili kişi toplumun gözünden düşürmek daha da önemlisi yargının ilgi sahasına sokulmak için özel kampanyalar düzenlenirdi…
Bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı “diktatör” olmakla suçlayanların pek çoğu televizyon ekranlarında kurulan darağaçlarının gönüllü cellatlarıydı…
Ama neyse, bunlar hep 2000 öncesi oldu, zaten hiç yaşanmadı, gençler bilmiyorlar ya öyleyse hiç olmamıştır saymak lazım…
İşte bu programın ana tartışma konusu olan Tayyip Erdoğan cümleleri kabaca şöyleydi; Afrikalı bir yazarın Hindistan ziyaretine ilişkin yazdığı “trenlerin yolunda inekler yatıyor” tespitini alarak “Türkiye’nin önünde de ölü inekler var” cümlesinden kastın Atatürk olup olmadığı stüdyoya getirilmişti…
Karşı taraf için bu durumdan en küçük bir şüphe yoktu, onlar niyet okuyucu, beyin delici, bilgi yutucu tiplerdi ve Tayyip Erdoğan kesinlikle Atatürk’ü kast ediyordu ve böyle bir tipin siyasette hatta mümkünse hayatta yeri yoktu…
Üstelik Tayyip Bey o günlerde bu kaset çok konuşulunca gerekli düzeltmeyi yaptığı ve böyle bir kastının olmadığını açıklamasına rağmen…
O kim ki, bir yobaz!
Böyle çağdaş, laik, devrimci, aydınlanmacı Atatürkçülerin lafı mı, takunyalı bir dincinin beyanı mı?
Pöh!
Böyle garip bir soru olabilir mi?
Diyeceksiniz ki, senin bu kişisel hikayen ile İstanbul seçimlerinin ne alakası var?
Şimdi oraya geldim…
Programda Tayyip Erdoğan’a o kadar saldırıldı, o kadar küçük görüldü ve o kadar horlandı ki, karşı taraf siyaseten var olmayacağından o kadar emin ki, Berhan Şimşek şu cümleleri kurdu; “Bırak bir siyasi parti kurmayı Tayyip Erdoğan futbol takımına kaptan olamaz”…
Ben Berhan Şimşek’e şu cevabı verdim; “Siz ne derseniz deyin, Tayyip Erdoğan bu ülkenin geleceğinde var ve çok güçlü bir rol oynayacak. Kendinizi buna hazırlayın…”
Bugün 17 yıllık iktidarın sonunda bile Berhan Şimşek ve tayfasının Tayyip Erdoğan gerçeğini sindiremediklerini, kabullenemediklerini görüyoruz…
Değil ki o gün o şartlarda kabullensinler!..
İşte bu yazıyı yazmaya neden olan cevap bunun arkasından geldi…
Liberal Parti Başkanı Besim Tibuk söz aldı ve dedi ki; “Şükrü Bey kesinlikle haklı. Siz öyle diyorsunuz ama bak ben bir parti genel başkanıyım. Gündeme gelemiyorum. Ana konusu Tayyip Erdoğan olan bir programda görünebilmek ve belki bir iki kelam edebilmek için iki saatlik yoldan geldim. Adam burada yok ve biz iki saattir onu konuşuyoruz. Bundan büyük siyasi kazanç mı olur?”
Nitekim, bu ve benzeri pek çok programda Tayyip Erdoğan’ı yerden yere vuran, aklınca karalayan, aklınca askere ve başka yerlere şikayet edenler oldu…
Konuştular ve onlar konuştukça Tayyip Erdoğan efsanesi büyüdü…
Bugün Recep Tayyip Erdoğan 17 yıldır iktidardaysa, Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına oradan da Başkanlığa geçtiyse o günlerde aleyhine yapılan kampanyaların çok büyük etkisi bulunuyor…
O yok etme, sindirme, karalama kampanyaları atılan siyasi temele harç olarak geri döndü, bugün hala sürmekte olan siyasi yolculuğun biletinin alınmasına büyük katkı yaptılar…
Şimdi gelelim günümüze…
İktidar medyası bu seçim kampanyasında Ekrem İmamoğlu eleştirmekten, yazmaktan, laf sokmaktan vazgeçmeli…
Elbette basın olarak haber değeri olan bir konu varsa görmek lazım ama ille de kötülemek için, zarar vermek için yayın yapmak anca karşı tarafa yarar…
Ekrem İmamoğlu’nu hiç gündeme almasalar, sadece karşı taraftaki Sözcü, Cumhuriyet ve birkaç marjinal gazetede yer alsa bu kadar popüler olmaz, olamazdı…
Eğer Ekrem İmamoğlu bir projeyse, bu projenin büyümesi için ters propaganda yaparak katkı yapılmaması gerek…
Siz hiç Başkan Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu dediğini duydunuz mu?..
Ya da Binali Yıldırım’ın doğrudan İmamoğlu’nu hedef alan, küçümseyen bir açıklamasını?..
Peki Erdoğan’ı desteklediği iddiasındaki basın ve sosyal medya kullanıcılarına ne oluyor ki!..
Zaten son MKYK toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan milletvekillerine Ekrem İmamoğlu denmesi yerine “CHP adayı” şeklinde telaffuz edilmesi gerektiğini söyledi…
Çok da doğru yaptı…
CHP kurumsalı ve lideri özellikle yanında görünmüyor, biliyorlar ki bu etiket Ekrem Bey’e zarar verecek…
Ama işte bu konunun bir de medya tarafına söylenmesi lazım…
Gerek konvansiyonel medyada, gerekse sosyal medyada Ekrem İmamoğlu’nun elinde her hıyar belirdiğinde tuzlamak için koşan çok kişi var…
Kolektif düşünme becerisi bizim tarafta ne yazık ki eksik, adam oturuyor köşe yazıyor, Ekrem İmamoğlu kendisini muhatap alsın diye yırtınıyor…
Bir başkası dava diyince bunu bir paye sanıyor…
Hemen pek çoğu İmamoğlu’nun her yaptığına bir kulp bulmak için uyduruk uyduruk konuşmalar yapıyorlar…
Böyle yaparak hiç tanınmayan bir adamın tanınırlığını, bilinirliğini artırdıklarını ve daha da artırmaya devam ettiklerinin farkında değiller…
Yine farkında değiller ki, iktidar yanlısı medyada isterse cinayet işlerken suçüstü yapılsın ve haberleştirilsin İmamoğlu için bir kayıp değil, kazançtır. Karşı tarafta öyle bir kitle var ki, iktidar medyası “Allah bir” dese buna inanmaz vaziyetteler…
Ekrem İmamoğlu’na her darbe vurulduğu düşünülen haber, yorum, tartışma tam tersi kendi kitlesi gözünde itibarını ve gücünü artırmaktadır…
Demem o ki; İstanbul’u kazanmanın önemli yollarından birisi yandaş medyanın ve sosyal medya trollerinin Ekrem İmamoğlu figürünü görmemesinden, cevap yetiştirmemesinden, hoplayıp zıplamamasından geçiyor…