İslamofobi… Medya arenasını ihmalin sonucu

Almanya’dan Türkiye’ye kesin dönüş yapan Suriyeli hanım dostumun başörtüsü yüzünden çektiği sıkıntıları anlatmaya başlaması beni şaşkınlığa uğrattı. Bir kere peçe takıyor filan değildi. Burka tartışmaları cümleye malum. Türkiye ve Suriyeli hanımların çoğunca tercih edilen pardesüyü de kullanmıyordu. Son derece normal giyiniyordu. Modaya uyduğu bile söylenebilirdi. Yeşil gözlü, beyaz tenli, ilk bakışta tastamam Avrupalı görüntüsü veren birisi. Üstelik ressam. Son derece profesyonel, işinin ehli. Çok kısa süre içerisinde resimleri pek çok yerde sergilenmiş, Alman medyası tarafından övgüyle anılmış bir karakter.

Bana öyle geliyor ki onu asıl korkutan, Avrupa ve Amerika’da sözlü aşamayı da aşıp fiziksel müdahale sınırlarına çoktan taşmaya başlamış Müslümanlara dönük kötü muamele. Dahası, basının bütün bu olan biteni alkışlayan, teşvik eden, çanak tutan tavrı.

Az zaman içinde çok örneği yaşandı bütün bu olanların. Londra’da bir genç kız üzerine sürülen aracın altında kalarak can verdi. Amerika’da biri başörtülü iki kızı korumak için müdahale eden insanlar acımasızca bıçaklandılar. Network Ten’deki The Project programının sunucusu Velid Ali’nin dediğine bakılırsa Avustralya’da benzer olaylar yaşanmaması için uyarılar yapılmaya başlandı.

Müslümanlara karşı nefreti harekete geçirmeye başaran bir aşırı sağ olgusu var bu ülkelerde. Öyle ki, Suriye ve Irak’tan canları pahasına kaçıp hicret edenler hükümetin bütçesini zorluyor, milletin malını hortumluyor gibi bir inanç hakim oldu. Bu da Müslümanları hedef alan bir nefret kampanyasına dönüştü. İstatistikler giderek artan rakamlarla bu nefreti ortaya koyuyor. Yine de en büyük tehlike başka yerden geliyor. Medyadan… Akla, mantığa değil kör duygusallığa seslenen yaygaracılar tayfasından.

Bu konuda Taken 2 filmini örnek olarak gösterebiliriz. 2014 yılı çıkışlı teknik açıdan mükemmel bu aksiyon filminde hikaye, olay örgüsü, heyecan, hepsi üst sınırlarda. Büyük kısmı İstanbul’da çekilen filmde bir CIA görevlisinin hikayesi anlatılır. İlk bölümde kızını kaçıranları öldüren bir kahramandır bu. İkinci bölümde eşi ve kızıyla tatilini geçirmek için İstanbul’a gitme kararı alır. Orada onu bir sürpriz beklemektedir. Öldürmüş olduğu adamlardan birinin babası intikam amacıyla eşiyle birlikte filmin kahramanını kaçırır. Daha sonra kahramanımız kızıyla haberleşmeyi başarır ve hasmının elinden kurtulur.

Filmi izleyen Türk seyircisi eşini İstanbul mafyasının elinden kurtarmaya çalışan Amerikalı kahramanın dünyasına öyle bir giriş yapar ki filmde geçen bayrakları, camileri, peçeli kadınları, boğaz manzarasını hatta Türk Sanat Musikisi icra eden sanatkarın bile belki çok farkında olmaz. Oysa gerilimli sahnelerle çok iyi harmanlanmış bu görüntüler, Türkiye ve Müslümanlar aleyhine bilinçaltı oluşturmada gayet usta işi görünüyordu.

Ve bu görüntüler içerisinde en tehlikeli olanı çete reisinin film kahramanının eşiyle yaptığı konuşma sahnesinde geçiyordu. Konuşurken çetesine göz kırpan reis bir türlü kadını eşine karşı soğutma işinde başarılı olamıyordu. Nihayet iyi bir eş olduğunu, evine bir ceset olarak dönmeyi hakettiğini dile getiriyordu. Ve tam o esnada görüntüye Osmanlı camilerinin minareleri giriyor, ezan sesleri duyulmaya başlıyordu.

Senarist, filmin kahramanının ağzından eşe hitaben, aslında seyirciyi hedefleyen tarihi hikayeler uydurmayı da unutmamıştı. Boğaz kıyısından bir vapura binerken ve Türk çayını yudumlarken anlatılan, Osmanlıyı kötüleyen çirkin hikayelerdi bunlar.

Film gösterime girdikten sonra sosyal medya üzerinden “Müslümanı öldür” hashtaginin kamuoyuna servis edildiğini söyleyenler var. Ve tam sıralarda insani alanlardaki çalışmalarıyla bilinen üç activist Müslüman katledilmişti. Bu cinayeti zikri geçen hashtage bağlayanlar çıkacaktı.

Sizi bu filmi izlemeye davet ediyorum. İzleyin ve tehlikenin farkına varın. Özellikle Türkiye’nin nasıl hedef olarak seçildiğini görün. Arapları kötüleyen filmlere gelince, öyle uzun bir liste ki bu, başlıbaşına bir yazı konusu.

Vaziyet gerçekten kötü. İşin ciddiyetinin hala tam olarak farkında değiliz. Çoğu kez doğrudan İslamı kötülemek yerine simgesel değerleri öne çıkarıp sinsice bilinçaltına sızmaya çalışıyorlar. Biz de bunun tam aksini yapmalıyız. İslamı güzel göstermek için medyanın, sinemanın gücüne yaslanmalıyız. Elimizdeki imkanları bu uğurda seferber etmeliyiz.

Medya konusunu hala kavrayamadık. Yaklaşık 15 seneden bu yana kimi internet sitelerinde çizdiğim çocuk resimlerini hala kabul etmeyen bir zihniyetle muhatap olmaya devam ediyorum. Şer’an haram olduğunu öne sürerek yapıyorlar bunu. Kendi çocuklarımız okusun diye yazdığımız kitaplara bizler resim bile çizemezken bir Batılı tarafından resmedilmiş kitaplar Müslüman aleminde adeta yok satıyor. Çocuklara hitap eden en güçlü alanda, çizgi film alanında, bu yüzden ortada yokuz zaten.