Hollandalı yönetmen Arnaud Van Dorn ‘Fitne’ filmiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’e hakaret edilen bir ülkede ‘Muhammedî seviyorum’ ismiyle bir kampanya başlattı. Söylediğine göre İslam’a duyduğu nefretin kaynağı cehaletmiş ve İslam’ı tanımaya başlayınca işin rengi değişmiş. Bu nedenle böyle bir kampanya yapmaya başlamış.
İlk gençlik yıllarımda ben de böyle bir değişim yaşadım. İslam’a ve Müslümanlara bakışım kökten değişti.
Tutucu olmayan, liberal bir çevrede doğup büyüdüm. Müslümanlar hakkında çok da olumlu düşüncelerim yoktu fakat bunun nereden kaynaklandığını tam olarak bildiğim söylenemez. Cahillik, tembellik, barbarlık, zorbalık… Hangi yanlış algı beni etkilemiş olabilirdi, bir fikrim yoktu.
Kafamdaki bu düşünceleri değiştirme ya da sağlamasını yapma gibi bir tasam da mevcut değildi. Zihnim başka işlerle; resim yapma, okuma ve öğrenmeyle fazlasıyla meşguldü. Bu konu üzerine kafa yoracak fırsat da yoktu. Kaldı ki genel görüntüm Müslüman olduğuma pek delalet etmiyordu.
Ortaokul son sınıfta, daha mükemmel olduğunu düşündüğüm yeni bir okula geçiş yaptım. Üniversite sınavında daha iyi bir puan almak istiyordum. Okul şehrin tam göbeğinde yer alıyordu ve her sosyal tabakadan kız öğrenci mevcuttu. Kendimi yeni bilgilerle donatmak için iyi bir fırsattı.
Okulda isimler alfabetik sıraya göre düzenlenmiş olduğu için en yakın arkadaşımdan ayrılıp yeni bir sınıfa kayıt yaptırdım. Hemen yanıbaşıma düşen kız başörtülüydü ve inanılmaz güzellikteydi. Her ikimiz de eğitimci ailelerin kızıydık. Her iki aile de bilime ve bilimsel yöntemlere inanıyordu. Aramızdaki tek fark benim başörtülü olmayışımdı. Kaldı ki okulda başörtüsü takmak kolay değildi. Başörtüsü yasağı mevcuttu ve arkadaşım olmadık yöntemlere başvuruyordu. Kimi hocaların dersinde başörtüsü şapkayla yer değiştiriyor, müdür yardımcısı sınıfa baskın yaptığı vakit hemen sıranın altına saklanıyordu. Arkadaşım öyle onurlu bir mücadele veriyordu ki, bırakın onu suçlamayı saygı ve muhabbet duymaya başladım. Hepimiz gibi o da sonuçta liseden mezun oldu. Bendeki değişime ilk neden bu oldu.
Namaza başlayalı iki yıl olmuştu fakat dindarlar ve İslam’ın ilk çağında yaşayanlar hakkındaki düşüncem pek değişmiş değildi. Onları medeniyetten, bilimden, yaşam kültürü ve sevincinden uzak buluyor; somurtkan, tekdüze bir hayat süren ve diğer insanlardan nefret eden tipler olarak görmeye devam ediyordum.
Bendeki değişime neden olan ikinci unsur yine bir okul arkadaşım oldu. Bu kız, şehrin en prestijli semtinde ikâmet ediyordu. Ailesinin tüm üyeleri yükseköğrenim görmüştü. Hepsinden önemlisi, engelli olmasına rağmen nasıl bu denli içten tebessüm edebiliyordu? Beni asıl hayrette bırakan da buydu. Bir ayağı aksak olmasına rağmen dünyaya güzel bakabiliyordu. Oysa ben her istediği yapıldığı halde bir şekilde mızmızlanmaya devam eden, depresyona girdiğinde ya şaç şeklini değiştiren ya da yeni elbiseler ve takılar alarak kendini avutmaya çalışan birisiydim.
Üçüncü neden ise bana bir arkadaşımın verdiği kitaptı. Kitap, büyük sahabi Mus’ab bin Umeyr’in hayatını anlatıyordu. Kitabın akıcı, cezbeden bir üslubu vardı ve o vakit yaşananları çok güzel hikaye ediyordu. Mekke’nin en zengin, en yakışıklı gencinin Hz. Peygamber’i tanıdıktan sonra geçirdiği değişim bende merak uyandırmıştı. Kitabı bitirene dek elimden bırakamadım. Bitirir bitirmez de namaza başlama ve tesettüre girme kararı aldım.
Bendeki bu değişim çevremdekileri harekete geçerdi. Onlara göre geçmişin karanlıklarına geri gitmeye çalışan şu ergen kızın çılgınlıklarına bir son verilmesi gerekiyordu. Benimle sonu gelmeyen tartışmalara girdiler. Allah’ın varlığını inkar eden, Kur’an ve Hz. Peygamber’in hadisleri hakkında şüpheler uyandıran kitaplar hediye edip, beni seçmiş olduğum yoldan döndürmeye çalıştılar. 17 yaşındaki bir kız çocuğu için hiç de kolay günler değildi. Kendimden korktuğum çetin günler yaşadım. Geçirdiğim sarsıntılara rağmen namazımı hiç bırakmadım. Orucumu tutmaya devam ettim. Bunları yapmak kolay olmadı ama kendimi bir şekilde motive etmeyi başardım. Yüce Rabbim ile irtibatımı sağlam tutmak için bol bol dua ettim ve beni tekrar ihya edecek kitaplar satın almaya başladım.
Allahu Teala kendisine sığınan hiç kimseyi geri çevirmez. İpine sımsıkı sarılanı bir başına bırakmaz, sahip çıkar. Güzel arkadaşlar edinip onlarla Fıkhus Siyre okumaya başladım. Yaşadığım tecrübe beni iman noktasında sağlamlaştırdı. Müslüman nesillerin inancını tahrip etmek isteyenlerin hangi yollara başvurduğunu bizzat yaşayarak öğrenmem, bana ne tür konularda yazmam gerektiğine ışık tuttu. Yaşadığım tecrübenin Müslüman olmayan toplumlarda yaşamak durumunda olan nesiller için de örnek alınası bir yönü var.
Kısaca özetlersek:
Çocuğumuzun güzel, inançlı arkadaşlar edinmesi önemli.
Hz. Peygamber’in hayatını öğrenmek için çaba gösterilmeli, bu konuda tembellik ve ihmal yapılmamalı.
Hz. Peygamber’in sahabesini de tanımak lazım. Hepsi yüksek karaktere sahip, örnek kişiler çünkü.
İslam tarihini iyice okumak gerekiyor.
Allahu Teâlâ ile irtibatı koparmamak lazım. Her halükarda ona sığınmak lazım.
İslamı bilmeyenlere şefkat nazarıyla bakmak, onları hor görmemek mühim.
Rızık ve her türlü takdir, Yüce Allah’tan gelir. Buna iman etmeli.
Samed olan, muhtaç olmayan sadece Allahu Teala’dır. Bunu da unutmamalı.
Çocuklarımıza güzel örnekler olmaya çalışalım.
Başkalarına, başka insanlara kötü gözle bakmamalı, onları ötekileştirmemeli.
İyilik yapmak, dua etmek ve sadaka vermek. Bunlar iyi Müslüman olmanın önemli hasletleri.