İslam tembellik dini değildir

İslamı anlama konusunda yapılan hatalardan biri de insanları yetinmeye teşvik etmek, yoksulluğa razı etmek ve bunları sanki dinin olmazsa olmazları gibi göstermeye çalışmaktır. Sanki insanlar acılar içinde kıvranır ve buna sabır göstermiş olurlarsa cennete gireceklerdir.

İslamın beş temeline baktığımızda ise sadece zenginlere uyacak şeyler görüyoruz. Zekât ve hac gibi. Bu ne demek oluyor? Elinizden geldiğince çalışın, çabalayın, veren el olun, alan el değil. Hem kendinize, hem de içinde yaşadığınız topluma faydanız olsun. Yetinme kültürü içinize yerleşip kalmasın.

Fakirlik bizi cennetin kapısına ulaştıracak bir vasıta değildir. Malımız çok olduğunda mutlaka günah işleyeceğiz, işlemek zorundayız gibi bir durum da sözkonusu değildir. Yoksul olursak günahlarımızdan arınacak, pir u pak olacak da değiliz.

Hepsi bir yana bir de şu atasözleri yok mu? “Kanaat bitmez hazinedir” misali. İyi de, bunların aslı astarı var mıdır? Alimlik, şeyhlik taslayan cahil cühelânın sözü olmadığı nereden belli? Ya da dinimize sokuşturulmuş bir Israiliyyat olmadığı? Ya da bizi uyuşturma maksatlı bir propaganda ürünü? Zayıf kalalım, daha kolay boyun eğelim diye.

İslâm dünyasına göz attığımızda müslüman toplumları kendisine lâyık görülen aza bile yetinir halde  görmüyor muyuz? Bu durumu değiştirme iradesi var mı? Hadi ses çıkarmadın, senin hakkını savunacak bir dünya düzeni mevcut mu?

Unuttuk mu, İslamın ilk zamanlarında dini ayakta tutan üç zengin vardı. Ve üçü de ilk müslüman olanlardı. Hz. Peygamber’in eşi Hatice Vâlidemiz, can yoldaşı Ebu Bekir Sıddık ve damadı, iki kızını nikâhladığı Osman bin Affan. Zenginlik bir dava için en başından elzemdir, itici gücüdür. Bugünün dünyasında buna ileri teknolojiyi ve medyayı ekleyin.

Hz. Peygamber devletin ilk yıllarından itibaren ekonomiyle alakadar olmuș ve bu konudaki yasal hükümlerle bizzat ilgilenmiştir. İnsanları çalışmaya, üretmeye teşvik etmiştir. Rızık peşinde koşmayı emreden bir dindir bizimkisi.

Dinimizde başkasına el açmamak, veren el olmak, sesini duyulur kılmak esastır. Zenginlik, devletler ve toplumlar nazarında sesini duyulur kılmanın, karar mekanizmalarına dâhil olmanın yoludur.

Eski çağlardan beridir bu gerçeğin farkında olan Yahudiler, her yerde, her zaman ekonomi üzerine özenle titremişlerdir. Politik güçleri de buradan gelmektedir. Zira, politikanın motoru, itici gücü paradır, zenginliktir.

Yazık ki bizim de en geri kaldığımız alanlardan biri, belki en önde geleni ekonomi bilimidir. Tıpkı medya alanında olduğu gibi. Oysa bugün yeryüzünde hakim güç olmanın kodları medyada gizlidir. Kavga bu alanda verilmektedir.

Büyük yanlışlarımızdan birisi de dünyadaki mevcut çekişmeleri ekonomik gerçekleri dikkate almadan okuma çabamızdır.

Oysa Batı’nın Doğu milletlerini ve Afrika’yı sömürürken buraların zenginliklerini yağmaladıkları gerçeğini çok iyi biliyoruz. Ellerinden herşeylerini aldıkları coğrafyaları köleleştirmeleri hiç de zor olmamıştı. Ülkeler onlar için el konacak zenginliklerden, altın, gümüş, pamuk, kauçuk ve petrolden başka bir şey değildi. Başarılarının sırrı nerede gizliydi? El koydukları ülke halkının her duruma rıza göstermesinde, her durumda yetiniyor olmalarında. Bu öyle bir illetti ki birgün çekip gittiklerinde bile sanki hep oradaymış gibi sömürmeye devam edebildiler.

Tuhaf değil mi, hammadde olarak çaldıkları, ucuza kapattıkları ürünleri ülkelerinde işleyerek mamul hale getiriyor ve fahiş fiyattan asıl sahibine satmayı beceriyorlardı. Kaba sömürü bitmişti, ayakta boyunda zincir, pranga yoktu artık. Devir, ekonomik sömürü devriydi. Aynı acımasızlıkta.

ABD’nin, Fransa ve İspanya ile kol kola verip Afrika’nın doğusunda sömürüye direnen Abdülkerim Hattabi’ye neler yaşattığını çok iyi biliyoruz. Yine kendi toprağı olan Süveyş Kanalı’nı millileştirmek isteyen Mısır’ın tepesine nasıl hep birlikte çöktüklerini.

Ya Afyon savaşlarında İngiltere’nin zavallı Çinlilere sırf ticarî menfaatleri için yaptıkları. Unutmak mümkün mü?

Mursi’nin başına gelenler de aynı hikâyenin devamı değil midir? Ekonomik kalkınma yolunda dev adımlar atıp halkın refah seviyesini yükseltmeye başladığında birilerinin etekleri tutuşmamış mıdır?

Evet, komplo başarıya ulaşmıştır. Uluslararası toplum sadece görmek istediğini görmüş, duymak istediğine kulak kesilmiştir.

Nitekim 15 Temmuz’da Türkiye’nin başına gelen çok mu farklıdır?

Medya savaşları son sürat devam etmektedir.Açık ve gizli diğer tüm mücadele yöntemleriyle birlikte. İş, artık ülkenin Cumhurbaşkanı’nı ölümle tehdit noktasına varmıştır. Yarın ne olacağı, ne planladıkları bilinmez. Lakin şu var. Biz umudumuzu, Türkiye’mizi daha yitirmedik. Ona güveniyoruz. Onun için en hayırlısı neyse onu diliyoruz. Ve tabii ki güzel ülkemiz için de.