Doğunun batı medeniyeti karşısında geri kalması meselesi iki asrı geçen bir süredir İslam dünyası içinde tartışılan bir mevzudur. Hakikat payı olmakla beraber daha çok batının zorlamasıyla vücut bulan bu genel kabulleniş, Müslüman düşünürlerin çoğunu, gerilemenin sebeplerini araştırmaya mecbur bırakmış, sürekli olarak savunmacı bir psikolojiyle karşı tezlerini ifade etmelerine neden olmuştur. Bir zamanlar süper güç olarak kabul edilen Osmanlı Devletini de içine alarak yapılan, “doğunun batı karşısındaki gerileyişine” dair açıklamaların zamanla belli kalıplar halinde günümüze kadar geldiği biliniyor. Bu kalıplardan sıyrılamayıp kendi medeniyetini sürekli olarak savunmak durumunda kalmanın bir süre sonra Müslüman toplumlarda bir şahsiyet sorununa neden olabileceğini savunan aydınların ne kadar haklı olduklarını ancak zaman gösterecek. Nitekim gösteriyor da.
“Batı karşısında geri kalışımızın sebebi İslam’da değil Müslümanlarda”, “doğuda yaşanan kaosun sorumlusu bizden başkası değil”, “Müslümanlığı tam yaşamayışımızın cezasını çekiyoruz” gibi meseleyi açıklamaya yönelik ifadelerin acaba ne kadarı yerli bir duruş sergiliyor? Unutmayalım ki 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı coğrafyasında, yukarıda sözü geçen tespitlerin hiçbirinin ulema cephesinde bir karşılığı yoktu sadece batı karşısında teknik konulardaki yetersizliğimize vurgu yapılıyordu. Batılı tarihçilerin, oryantalistlerin, misyoner ve arkeologların (ki Ortadoğu’ya gelen arkeologların neredeyse hepsi casus gibi çalışan, kendilerine verilen propaganda dâhil her türlü görevleri ifa eden kimselerdi) bu topraklardaki bilinçli faaliyetleri, duruşumuzu belirlemede önemli bir paya sahip. Eğer Avrupa merkezli bir tarih anlayışı ile rotamızı çizmekte ısrarcıysak bu duruş bir süre daha böyle devam edecek gibi görünüyor.
1966 yılında üç önemli ilim adamı ile yapılan bir röportaj, neden geri kaldık sorusuna ilişkin cevaplardan oluşuyor. Bu üç isim: Prof. Mümtaz Turhan, Prof. Zeki Velidi Togan ve Prof. Halil İnalcık. Sırasıyla hocaların düşüncesi şöyle:
Prof. Mümtaz Turhan: Bu meseleye Osmanlı Devletinin çöküşü üzerinden bakan hoca, geri kalış sebepleri içeresinde; idari mekanizmada gevşeme, orduda disiplinin bozulması, ticaret yollarının değişmesi, değerli madenlerin keşifler yoluyla kıta Avrupa’sına getirilmesi, buna mukabil gümüş paranın değerinin düşmesiyle oluşan iktisadi buhran, zirai, ticari faaliyetlerde, dini ve kültürel müesseselerde gerileme gibi birçok gelişmeyi art arda sıralıyor. Ancak saydığı bu sebeplerin birer klişe olduğunu söylemekten imtina etmiyor. Meselenin tam olarak aydınlatılabilmesi için daha derinlere inmenin, daha başka ve aslî faktörler aramanın gerektiğine inanıyor. Maarif müesseslerinin garpta vukua gelen tedrici gelişmeyi takip edecek bir seviye ve mahiyette olmayışını en büyük handikap olarak gören hoca, batıda yaşanan değişim ve gelişimin tekniğe inkılap edinceye kadar Osmanlı’nın dikkatini çekmediğini belirtiyor.
Hocaya göre bu değişim sadece bir bilgi ve malumat birikmesinden ibaret değil. Bunun yanında insanın görüşünde, düşüncesinde derin inkılaplar meydana getiren bir zihniyet değişmesi aynı zamanda. Şu halde bizim modernleşebilmemiz için batının gittiği yoldan gitmek, onun hareket tarzını benimsemekten başka çare yoktur. Batı ile işbirliği, batıdan almak mecburiyetinde olduğumuz şeylerin iktibası ve orada meydana gelen gelişmeleri takip etmek bizim için bir zorunluluktur. Prof. Mümtaz Turhan, son model bir makineyi, yeni keşfedilmiş bir ilacı veya Paris modası bir elbiseyi almanın batıdaki gelişmeleri takip anlamına gelmediğini belirterek, modernleşmeyi sadece sanayileşmeye bağlamanın ya da iktisadi yatırımlara inhisar ettirmenin meseleyi basitleştirme anlamına geldiğini düşünüyor. Hoca Batıda sanayileşme hareketi başladığı zaman Avrupa memleketlerinde ilim, fikir, sanat, teknik ve idari müessesleriyle dört başı mamur bir cemiyetin olduğunu ancak böyle bir zeminde endüstrileşme hareketlerinin başlayabileceğini ifade ediyor. Ona göre modernleşmeyi bu içtimai ve kültürel şartlar ortamında mütalaa etmeye çalışmadıkça muvaffak olmaya imkân yoktur.
Peki, Prof. Mümtazın Turhan hocanın memleketimizin modernleşebilmesi ya da batıyı yakalaması adına teklifi nedir? Şöyle sıralıyor hoca; İlmi bilgiler ve ilim zihniyetiyle mücehhez elemanlardan teşekkül etmiş, rasyonel hareket eden, tesirli bir idare sistemi, memleketin hakiki ihtiyaçlarına uygun, kalkınma için zaruri ilim ve teknik adamlarını yetiştirebilen bir maarif teşkilatı, birinci sınıf ilim, teknik adamlarından, bunların yardımcılarından, sevk ve idareye memur müdürlerden ve müteşebbis iş adamlarından teşekkül etmiş bir kadro, memleketin problemlerini görüp halledebilen hakiki ilim ve araştırma müesseseleri, enstitüleri kurmak, dışarda bol miktarda ilim ve teknik adamları yetiştirmek, yetişenleri memlekete celp etmek ve burada tutmak, kalkınma, modernleşme bakımından faydalanmaya yönelmiş bir yatırımdan daha karlı daha iktisadi bir yatırım olamayacağını unutmamak, cemiyetin diğer müesseselerini bunlarla iş birliği edebilecek bir şekilde ıslah etmek ve mevzuatı bu gayelere göre ayarlamak.
Prof. Zeki Velidi Togan: Batıda Asya ülkelerinin geriliği ile ilgili ortaya atılan fikirleri üç noktada toplayan hoca bunları şöyle özetliyor. Birinci olarak Batı Hristiyan dünyası, geri kalmanın en önemli sebebi olarak İslamiyet’i görüyor. İkinci nokta, onlara göre şark topluluklarının ırki olarak gelişmemiş olmaları geri kalmanın bir başka sebebi. Üçüncü husus ise şark milletinin yapıcı ve geliştirici olmaktan çok tahrip edici bir yapıya sahip olması. Bu iddiaların hepsinin akıl dışı olduğunu tek tek ispat etmeye çalışan Togan, İslam coğrafyasının batı karşısında gerilemesini büyük oranda iktisadi sebeplere bağlamakta. Akdeniz’den Bağdat, Tebriz, Rey, Nişabur, Maveraünnehir yolu ile Pekin’e ulaşan yol üzerinde büyük bir servet yığılıyor, medeniyet inkişaf ediyordu. Bu yollar Türklerin elinde idi lakin coğrafi keşifler Asya’nın kaderini olumsuz yönde değiştirmişti. Hocaya göre bu tarihten sonra dünyanın yeni düzeni doğuda değil batıda yazılacaktı.
Prof. Halil İnalcık: İnalcık Hoca modern cemiyetin vasıflarını kısaca beş maddede topluyor:
- Hayat standardı, ferdi tüketim nispeti ve fert başına gelir miktarı yüksektir.
- Emek karşılığı üretim nispeti azamiye çıkarılmış, buna karşı lüzumsuz emek ve servet israfı asgariye indirilmiştir.
- İş bölümü ve sosyal farklılaşma azami seviyeye vardığı gibi sınıflar arasında birinden diğerine geçme en yüksek derecededir. Haberleşme, okuma yazma oranı azami seviyededir.
- İlmî teknoloji bütün üretim kollarına hâkimdir. İnsan ve hayvan gücü yerine tabiat kuvvetlerinin istismarı gelmiştir.
- İktisadî, siyasi, içtimaî ve ilmî araştırma metodunu kullanarak bütün meselelerini çözebilme kudretine inanılır, insan hayatını maveraî kuvvetlerin değil tabii kanunların idare ettiği kabul edilmiş, insan zekâsı ve iradesinin onun ferdî ve içtimaî kaderini değiştirebildiğine iman edilmiştir.
Hoca bunun karşısında “geleneksel” cemiyette, ilk ihtiyaçların tatminiyle sınırlanmış basit bir yaşama tarzı, üretim nispetinin düşüklüğü ve yetersiz gelir artışı gibi hususlara dikkat çekiyor. Ona göre modern batı medeniyetinin doğmasında, Rönesans ve Reform kadar Hristiyanlığın ve diğer Ortaçağ müesseselerinin de etkisinin olduğu aşikâr. Batı medeniyetinden bazı unsurlar alınabilir hatta buradan yola çıkarak daha ileri bir medeniyette yaratılabilir lakin netice hiçbir zaman bir batı medeniyeti olamaz. Bunun için başka kültürler kendi öz tarihi kıymetleri üzerinden bir medeniyet yaratmalıdırlar. Batıyı körü körüne taklit; şekilsiz kitleler, soysuzlaşmış ve hatta bazı hallerde barbarlaşmış sürüler meydana getirir. Japonya modernleşme çağına girdiği zaman 1868’de dil ve kültür birliğine ulaşmış milli bir devlet karakterine sahipti. Türkiye’de bu ancak 1923 yılında gerçekleşmişti.