Yıl 1979. Özelde Fatih Akıncıları, genelde Türkiye Müslümanları olarak, İran’da meydana gelen olaylara, ümmet bilinci içerisinde bir akış bizimki. İnançlı, inatçı, kararlı.
İster bozkır olsun, isterse yemyeşil vadi,
Senin vatanın benim vatanım, özüm
Sen oradan kıracaksın zincirleri, ben buradan
Bir gün mutlaka kavuşacak ellerimiz
Her şey aydınlığa çıkmak için, her şey “mutlak bir” için
Her şey İslam için!
Anlayışı çerçevesinde miting, salon toplantıları, afişlerle destek veriyor, elimizden gelen gayreti gösteriyorduk. İmam Humeyni’nin 1 Şubat 1979 günü Tahran Mehrabad havaalanına inişiyle, İran’da yeni bir dönem başlıyordu.
Milyonlarca insan Tahran merkezden havaalanına kadar olay yol boyunca, “İmam Amed-İmam Geldi!” sloganlarıyla Humeyni’yi karşılıyordu.
İmam Humeyni, 4 Şubat 1979 günü Mehdi Bazargan’ı başbakan tayin ederek yeni hükümeti ilan etti. 31 Mart 1979 günü İslam Cumhuriyeti rejimi referandumunda halk %98 oranında “evet” diyordu. Batı’da, özellikle de ABD’de büyük bir şok yaşanıyordu. Olayları sadece seyrediyorlardı. Yaptıkları tüm hamleler İmam Humeyni tarafından boşa çıkarılıyordu.
ABD bankalarındaki İran halkına ait 22 milyar doları bloke ederek, yeni rejimi ablukaya almanın ilk adımını attılar. Bu da yetmedi, ajanlar vasıtasıyla İmam Humeyni’nin yakınlarında bulunan devrimcilere suikastlar tertip ettiler. Bu suikastlar neticesinde Muhammed Hüseyin Beheşti, Murtaza Mutahhari, Muhammed Ali Recai, Muhammed Cevad Bahanor gibi 200’ün üzerinde devrimin öncüsü şehit edildi.
İranlı devrimci öğrenciler, bütün bu suikastların arkasında ABD olduğunu ileri sürerek 4 Kasım 1979 günü ABD Tahran Büyükelçiliğini basarak 52 ABD elçilik çalışanını casus diye rehin aldı. ABD, rehineleri kurtarmak için bir operasyon düzenledi. Fakat operasyona katılan uçak ve helikopterler, İran’ın ortalarındaki Tebes Çölü üzerinde birbiriyle çarpışarak düştüler.
Prof. Dr. Necmeddin Erbakan, bu olaydan birkaç gün sonra TBMM’de yaptığı konuşmada, Fil Suresinde adı geçen Ebrehe’nin fillerini Ebabil kuşlarının taşlamasına benzeterek, ABD’nin bozgunundaki ilahi yardıma dikkat çekiyordu.
ABD, son bir koz olarak Saddam’ı kışkırtarak 22 Eylül 1980 günü İran’a saldırttı. İlk aylarda sınır boylarındaki İran şehirleri Saddam ordusu tarafından işgal edildi, yakılıp yıkıldı. Savaş uzadıkça, İran tüm cephelerde kaybettiği şehirleri geri aldığı gibi, 1982 Haziran’ında Irak şehirlerine girmeye başladı. 1988 yılına gelindiğinde ABD bu sefer İran’a ait bir sivil uçağı düşürünce, İmam Humeyni “Bir bardak zehir içiyorum” diyerek, barış anlaşmasına istemeyerek razı olduğunu açıklıyordu. 20 Ağustos 1988 günü silahlar sustu.
İmam Humeyni, 4 Haziran 1989 günü vefat etti.
İmam Humeyni, çok sade yaşayan bir kimseydi. 1980 yılı Ağustos ayında, Tahran’ın Cemaran semtindeki ikametinde kendisini görmek nasip oldu. İki defa konuşmasını dinledim. İmam Humeyni ile ilgili kanaatimi özetle, 1998 yılında ilk baskısını yaptığım Şehit Metin Yüksel kitabının ithaf bölümünde yazdım:
“Yüzyıllardır tahrif edilmiş, mahrum bırakılmış İslami devlet özlemimizi gideren; yüzlerce senedir, zalimler ve müstekbirler tarafından zelil ve hakir bir hayata mahkûm edilmiş bulunan Müslümanları, izzet ve şerefe kavuşturan, yalınayaklıların ve mazlumların biricik önderi, Rahmetli Aziz İmam’a…”
İran’daki İslam Cumhuriyeti yönetim esaslarını dikkate aldığımızda, kanaatime göre şu anda tek İslami yönetim tarzı diyebilirim. Uygulamalardaki yanlışlık ve eksiklikler ayrıca değerlendirilmelidir.
İmam Humeyni ve sonrasında, 1990-2000’li yıllara kadarki yönetim tarzının ümmet eksenli olduğunu, 2000-2011 yılları arasını İran’ı önceleyen, 2011’de başlayan Suriye olaylarından sonraki dönemde de Şia mezhebini önceleyen politikalar izlendiğini söyleyebilirim.
Bu kanaatime vesile olan en önemli gösterge, 1992-1995 yılları arasında cereyan eden Bosna-Sırp savaşında Bosna Müslümanlarına silah yardımı yapan tek ülkenin İran olmasıdır. Savaşın başından itibaren İran, Bosna Müslümanlarına her türlü silah, gıda yardımını yaptı, Bosna ordusuna eğitim verdi.
İmam Humeyni sonrasında 2 dönem Rafsancani Cumhurbaşkanı seçildi. Rafsancani, savaştan çıkan ve çökmüş bulunan İran ekonomisini toparlamayı başardı. Ancak daha sonra gelen hükümetler döneminde, beceriksizlik ve yolsuzluklar sonucunda halkta İslam devrimine karşı soğuma başladı.
2000’li yıllara kadar, halktan değişik kesimlerle yaptığınız temaslarda, “Hayatınızdan memnun musunuz?” sorusuna on kişiden en az 6-7 kişinin olumlu cevap verdiğine şahit olurdunuz. Bu algının 2008’li yıllarda “Mollalar bu işi bilmiyor”a, 2012’li yıllardan sonra da “Mollalar hırsız”a dönüştüğüne şahit olduk. 2009-2016 yılları arasında İran’ın Tahran ve Tebriz şehirlerinde ikamet ettim. Bu kanaatlerimi tanıştığım, müsteşar düzeyinde bazı bürokratlarla ağlayarak paylaştım.
Halktaki ilk hoşnutsuzluk belirtileri, 2009 yılında Ahmedinejad’ın ikinci kez seçilmesinden sonra meydana gelen “Yeşil Hareket” olaylarında görüldü. “Seçim sonuçlarında hile yapıldığına dair” milyonlarca insan günlerce sokaklara döküldü. Olayları bastırma esnasında, kimilerine göre 35 civarında insan öldürüldüğü söyleniyordu. Olaylarda gözaltına alınıp tutuklanan kimselere işkence ve tecavüz edildiği iddiaları ortalığa yayıldı. Yetkililer bu iddialara kesinlikle karşı çıkıyor, yalanlıyorlardı. İddia sahiplerinden birisi de 2 dönem Meclis Başkanlığı yapmış olan Mehdi Kerrubi’ydi. Şöyle acı bir gerçek ortaya çıktı: Tahran’ın güneyinde bulunan Kehrizek Cezaevinde 3 kişinin işkence sonucu hayatını kaybettiği resmen kabul edilmek zorunda kalınıyor; Rehber Hameney’in emriyle cezaevi kapatılıyor ve yetkililer hakkında soruşturma başlatılıyordu. Acı gerçek buydu: İslam Cumhuriyeti’nde cezaevinde, işkenceyle insanlar öldürülebiliyordu.
Geçtiğimiz günlerde, Aralık ayının son günleri ile Ocak ayının ilk haftasında meydana gelen olaylara gelecek olursak… İlk iki günde, “Hayat pahalılığını ve hükümetin ekonomik politikalarını” protesto mahiyetinde 300-500 kişilik gruplar sokaklara çıkıyordu. Üçüncü ve dördüncü günlerde, masum göstericiler arasına rejim muhaliflerinin girdiğine şahit olduk. Muhaliflerin olayları saptırdığını gören halk, beşinci gün sokaklardan çekildi. Daha sonra da rejimi destekleyenler on binler, yüz binler halinde sokaklara çıktı.
Halktan insanlar, belki de ilk defa olarak rejim aleyhine sloganlar attı. Bunun üzerinde durulması, çok hassasiyetle değerlendirilmesi gerek. Yıllardan beri halk içerisinde, rejimin yanlış uygulamalarından dolayı namaz, oruç gibi şahsi ibadetleri terk edenler olduğunu gördük. Halkta 2010’lu yıllardan beri İslam’dan uzaklaşmaların hızlandığı görülmekteydi. Eğer yetkililer aklıselimle olayları tahlil edip, sağlıklı politikalar geliştirilmezse… İmam Humeyni’yi canı gönülden seven birisi olarak; bunu hiç düşünmek ve yazmak istemiyorum.