1976-77’li yıllarda, MTTB ve Akıncılar’da, MSP Gençlik Kolları’nda görev alan, çalışan, emek veren hemen hemen herkesin iyi hatırladığı, bir slogan vardı: “İran Pakistan sıra sende Müslüman!”
Sloganın çıkış vesilesine gelelim.
Pakistan Müslümanlarının tarihi Hindistan ile aynıdır. Pakistan diye bir kelime kullanılmamaktadır. Maalesef, “Şeytan İmparatorluğu” diyebileceğimiz İngiltere Krallığı’nın, ülkeleri egemenliği altında tutabilmek için o yıllarda uyguladığı böl-yönet politikalarının bir eseri olarak, bu politikalara “ikna edilen”, İngiltere’de öğrenim gören Müslüman öğrenciler tarafından 1940’lı yıllarda kullanılmaya başlandı.
Pakistan; Pencap, Afgan, Keşmir, Sind ve Belucistan isimlerinin baş harflerinin yan yana gelmesinden meydana gelen “temiz ülke” demektir.
1947’de bölge Müslümanları bir “dominyon” kurdular. Bu dominyon İngiliz Milletler Cemiyetine dâhildi. Liderliğini de Muhammed Ali Cinnah yapıyordu…
1956’ya gelindiğinde Pakistan, idare şeklini Cumhuriyet olarak belirledi. İki yıl sonra, General Muhammed Eyüp Han darbe yaparak idareyi ele geçirdi. Eyüp Han, 1960 ve 65 yıllarında yapılan seçimleri de kazandı.
Bu arada, Şeytan İmparatorluğu yeniden devreye girdi. Doğu Pakistan’da muhalefet gösterileri yaygınlaşınca Eyüp Han istifa etti. Sıkıyönetim Komutanlığına getirdiği Ağa Muhammed Yahya Han, Eyüp Han’ın yerine Başkan oldu. Doğu Pakistan’da Şeyh Mucib ür-Rahman’ın liderliğini yaptığı Doğu Pakistan Avami Birliği’nin özerklik talepli muhalefet gösterilerini bastırmak için zor kullandı. İki Müslüman topluluk arasında savaş çıktı.
Pakistan Cumhuriyeti, 1971 Aralık ayında, Bangladeş ve Pakistan Cumhuriyeti olarak ikiye ayrıldı. Pakistan Cumhuriyeti Başkanı Yahya Han, bu olaylar üzerine istifa etti ve yerine Zülfikar Ali Butto geçti. Butto yeni bir anayasa çalışması başlattı ve 1973 yılında bu anayasa kabul edilince, Pakistan “Federal İslam Cumhuriyeti” adını aldı ve Butto da Başbakan oldu.
1977 yılı Haziran ayında, General Ziya ül-Hak askeri bir darbeyle idareyi eline geçirdi. Butto, 1974 yılında siyasi muhaliflerini öldürdüğü gerekçesiyle 1979’da idam edildiğinde; Pakistan-ABD ilişkileri de gerginleşince, halk Amerikan üslerine ve görevlilerine karşı saldırılar gerçekleştirdi. Böylece Pakistan, kısmen ABD kontrolünden çıkmış oldu.
Bu arada, ABD ve İsrail’in bölgedeki jandarması olan İran’da Şah rejimi aleyhinde gösteriler başlamıştı. Başta Payitaht Tahran’da olmak üzere, Meşhed, Tebriz, Isfahan, Şiraz gibi büyük şehirlerle birlikte bütün İran sathında on binler, hatta yer yer yüz binlerce insanın katıldığı gösteriler dünya çapında yankılara vesile oldu.
Peki bu safhaya nasıl gelindi?
Önce İran coğrafyasının tarihinden özetle bahsedelim.
İran, ilk olarak Medler tarafından idare edildi; Mısır’a kadar olan bölgeyi M.Ö. 600’lü yıllara kadar yönettiler. Daha sonra Ahameniş dönemi başladı. Anadolu ve Mısır’ı ellerine geçirdikten sonra Persleri de yenerek Atina’yı ellerine geçirdiler. Büyük İskender, son imparator III. Darius’u M.Ö. 333 yılında yenerek Ahameniş imparatorluğuna son verdi. Bu tarihten sonra İran coğrafyasında Part İmparatorluğu ve Sasani İmparatorluğu hâkim oldu.
Müslümanların 630’lu yıllarda Sasanilerle savaşmaya başladığını görüyoruz. 650 yılında Sasani İmparatorluğu’nun yenilmesiyle, İran coğrafyası Müslümanların kontrolüne girdi. 800’lü yıllarda da Türklerin hâkimiyetine girdiler. Sırasıyla Tahiriler, Samaniler, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlar, Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlar, İran coğrafyasına yaklaşık bin yıl hükmettiler.
Son Türk hanedanı Kaçarlar’dan Muhammed Kaçar Han, başkent Şiraz’ı 1794 yılında Tahran’a taşıdı. 1795 yılında Kaçarlar, Ruslara rağmen Gürcistan’a kadar olan bölgeyi ele geçirmeyi başarır. Fakat 1800 yılında Doğu Gürcistan bölgesi Rusların himayesine geçer. 1870’li yıllarda İran, Rusya ve İngiltere Krallığı’nın sömürgesi haline gelir.
Şah Rıza Pehlevi, İngilizlerin desteğiyle Seyyid Ziyaeddin Tabatabai ile beraber darbe yaptı. Seyyid Ziyaeddin Tabatabai Başbakan, Rıza Han da Savunma Bakanı oldu. Bu arada İran, Arap Müslümanlar ve Moğol istilalarından bu yana en kötü dönemini yaşıyordu. Ruslar Güney Azerbaycan bölgesine kadar inmişler, bazı İran Kazzag birliklerine eğitim veriyorlardı. Rıza Şah 1923 yılında bütün İran’da gücü ele geçirince, son Kaçar hanı Ahmet Han Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. Rıza Şah, büyük toprak sahipleri, köy ağaları ve ulemayı İslam yasalarını koruyacağına ve büyük değişiklikler yapmayacağına ikna etti ve 1925 Aralık ayında kraliyetin Kaçar şahı Ahmet’ten alınıp Rıza Han’a verilmesi kararını aldırdı.
Rıza Şah, İngilizlere olan borcunun ilk taksiti olarak, 1930 yılında kadınların çarşaf giyimini yasaklayan bir kılık kıyafet kanunu çıkardı. Ulema ve halk bu kanuna şiddetle karşı çıktı. Birçok kadın, Rıza Şah’tan sonra oğlunun yerine geçmesi ve kara çarşafı serbest bıraktığı güne kadar, 10 yıl evden dışarı çıkmadı. Rıza Şah yasağı şiddetle tatbik ediyordu. Ulemanın birçoğu İran’ı terk edip, Necef ve Kerbela’ya yerleştiler. (Haftaya devam edeceğiz)
***
Bu ayın şehidlerinden Abdullah Gülbahar
Abdullah Gülbahar’ın şehadetiyle ilgili olarak, 3 Ocak 1978 tarihli Yeni Devir Gazetesinde şu bilgilere yer verilmiş:
“Ankara’da dün Akıncı bir genç öldürüldü”
Ziraat Fakültesi bahçesinde bir toplantı düzenleyen Müslüman gençler, Abdullah Gülbahar’ın öldürülmesi olayını protesto ettiler. Ankara Akıncılar Derneği Başkanı, “Müslüman gençliğe uzanan vahşi ve kanlı eller muhakkak kırılacak” dedi.
Gece yaralı olarak bulunan ve daha sonra kaldırıldığı hastanede vefat eden, Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi ve Milli Eğitim Bakanlığı memurlarından Abdullah Gülbahar’ın öldürülmesi olayını protesto eden bir grup öğrenci, dün Ziraat Fakültesi’nin bahçesinde, bir forum düzenlemişlerdir.
Ankara Akıncılar Derneği Başkanlığı da bir bildiri yayınlayarak, Ankara’da şehid edilen Abdullah Gülbahar’ın katillerini kınamıştır.
Milletimizin kendi öz fikriyatını yok edemeyen beynelmilel güçlerin, artık kan ve ateşle yok etmeye, boğmaya çalıştıklarını kaydeden Veli Köksal, “Aslında kaba kuvvetten fayda umanlar, zihniyetlerinin çürüklüğünü ortaya koymaktadırlar” demiştir.