İnşaat ideolojisi

Ekonomik gidişatı belirleyen inşaat sektörü neden hep İngilizce isimler seçiyor projelerine? “Yerli ve milli”lik vurguları hâkim toplumsal projelere üstelik. Anlaşılan projelerle ilgili sorunlar Türkçe olmayan isimlerle öteleniyor. Beri taraftan küreselleşmenin dayatılan büyüsüne de kapılar açık bırakılmış oluyor.

“Yerli ve milli” lafzı sıklıkla bu toplumun, bu zeminin çıkarına yürümeyen işleri örtbas için kullanılır oldu. Ne de olsa “yerli ve milli” vurgusuna karşılık şehirlerimizin İngilizce isimli devasa yapılarla betonlaşmasının sürmesine kimsenin bir itirazı yok.

Osmanlı üzerine bilgisiz bırakıldığımız yılların özlemine has bir muhayyile var, bu muhayyile metinsel boşluk yüzünden de gerçek tarihin yerini almaya hazır imgelerle çalışıyor. Ekranlardan yayılan Osmanlı imgeleriyle İngilizce isimli AVM’ler düşündürücü bir tezat ortaya koyuyor.

Kendi dönemlerinin estetik temsilini gerçekleştiremeyenler nostaljinin tuzağına düşerler, diyor Adorno. Şimdinin gerçeklerini layıkıyla tanımlayamayan, geçmişin yüce başarılarının coşkusunda arıyor güven ve onuru. Geçmişe geri döndüğümüzde ise Osmanlı’yı yücelten sebeplerin adalete içkin, gerileme sebeplerininse başarısıyla gurura kapılmanın eseri olduğunu fark ediyoruz.

“Yerli ve milli”, herhangi bir işin başına eklendiğinde gerçekte ona bir sahicilik, bir kalite yüklemiyor neticede. Gerçekten hangi ölçüde toplumun değerleri, ihtiyaçları ve çağın icaplarına uygun işlerdir bunlar? Emperyalizmin türlü tuzakları bizim cahilliği ve hamaseti hoş görmemizin, hukuksuzluğa ve liyakate dayanmayan işlere göz yummamızın, yolsuzluklara ve istismarlara kayıtsız kalmamızın açıklaması olamaz.

Saf “yerli ve milli” giderek sadece bizim gibi, benim gibi düşünen insanlar toplumu mu olacak? Ve zaten yerli ve milli oluş tam da toplumun genelini kapsayan bir bakış yönünde samimi bir çaba ortaya koymayı amaçlamalı değil mi?

Her türlü damgalama bir sınırlama ve sürgünlük anlamına gelir. Düşüncesini söylemekten çekinen eğitici kadrolardan, duru ve güvenilir bir bilgi akışı beklenemez. Farklı görüşlerin kendini ifadesinin engellenmesi, düşüncenin çölleşmesine kapı açmak demek. Kültürel ve düşünsel bir sıçrama için akademik ortamların düşünsel bağımsızlığı elzem. Kaldı ki vurulan damgalarla engellenen öğrenciliğin bu toplum için nelere mal olduğunun çözümlemesini yapacak kadar ağır tecrübelere sahibiz. Memleket ve dünya meseleleriyle, hükümete dokunacağı gerekçesiyle ilgilenmekten uzak duran bir gençlik, düşünsel olarak elbette güdükleşir. Açık bir dille kendini ifade edenin cezalandırıldığı ortamlarda münafıkça söylemlerin yükselmesi şaşırtıcı değildir. Özeleştiri içeren, çağıran, umut veren, adalete içkin söylemlerdir kalıcılığı ve başarıyı getiren.

Yakın tarihimizde aldığımız dersler, gizleme yöntemleri konusunda öğretici olabilmeli. Hep abartılı konuşan, aşırı öven, her vesileyle güya daha bağlı, daha sadık olduğunu kanıtlamaya çalışan kişi, bir şeyleri örtmeye çalışmıyorsa da hak etmediği konumları kazanmanın uğraşını veriyor olabilir. Biz İslami duyarlık sahibi insanlar hele ki beytülmal bağlamlı hizmetler konusunda -partili olabilsek de- particilik yapmamalıyız.

Metroda öncelik nasıl “bize oy veren ilçeler” olabilir? Milli Görüş geleneğinin böyle bir tutumu yoktu. Unutulan sadece adalet çabasında canlanır, aslında unutan da… Damgalayarak öteleme ve yeraltına itme konularında sistemin kurucularının hatalarını tekrar etmek bir çıkış yolu göstermiyor bize.

Adalet duygusunu inciten hukuk, katlanan bedelin faturasını mustazaf kesimlere ödetiyor sonuçta. Torunlar Center’da 6 Eylül 2014’te yaşanan asansör faciası hatırlardadır; on işçi ölmüştü bu feci kazada, bir rakamın arkasında kaybedilmemesi gereken on insan. Dava geçen hafta tamamlandı. Hukuki açıklaması nasıl olursa olsun, neticede bir işçinin hayatına biçilen kıymet 6 bin 80 TL. “Yerli ve milli” duygulanımlar sağlayan sahneler ekranlarla bir simülasyon oluştururken vahşi kapitalizm hükmünü sürdürüyor. Daha az göç, daha düşük nüfuslu şehir ideallerimiz, dernek, yurt ve ev toplantılarının sohbetlerinde kaldı.

“Yerli ve milli” olan, komşunun üzerindeki hakkını düşünme ölçülerinde kendini göstermeli, basın açıklamalarında değil. İslami kurallara göre, komşu izni olmaksızın onun rüzgârını kesecek bir yapı veya yapı parçası inşa edemezsiniz. Çeşitli fetvalar, “Bir geçit yolu üzerinde, komşusunun evinin kapısının karşısına bir kapı veya dükkân açan biri”nin suç işlediğini gösteriyor. Komşunun evini üstten göremez, manzara ve ışığını kapatamaz, yeni bir duvar yapamazsınız. Ama ne oluyor? Birden bir inşaat şirketi devasa bloklarla, taksitlerine ömürler verilmiş emekli konutlarının manzarasını kapatıyor. Bütün bunlara cevaz veren yaklaşım ise ekonomik krizi engellemiş olmuyor. Geçen hafta Ekonomi Bakanı Şimşek dünyada ve Türkiye’de yaşanacak ekonomik krize karşı alınacak tedbirleri anlatırken, yatırımlarda inşaatın payının çok yüksek olmasını bir sorun olarak ortaya koydu.

Göç eden insanlara konut lazım ve elbette göç de keyfi gerçekleşmiyor. Ne var ki İstanbul’a has imkânlar Anadolu’ya götürülmediği için Anadolu’nun İstanbul’a akması hali devam ediyor. Gecekondu arazisi kapatanın rantiye, kılıfına uyduranın hazine arazisi üzerinde müteahhit olduğu bir ekonomik sistem krize nasıl yakalanmayabilir zaten…

Ekonomi Bakanı Şimşek’in ekonomik kriz uyarıları açıklamalarında şöyle bir ifade de yer alıyor: “Doğuda, güneyde örnek olacak bir şey yok. Bu konularda Avrupa’dan ilham almaya devam edeceğiz.”

“Yerli ve milli” yüreklerde gerçekleşen katılaşmanın da perdesi üstelik. Temelde meselelere bakışımız kendi değerlerimizi paranteze alarak gerçekleştiği ölçüde “yerli ve milli” vurgusu da yükseliyor. Gerçekler ise kibir kulelerinin arka planında teri ve kanı görünmez kılınan işçinin canına biçilen kıymet üzerinden düşünmeye çağırıyor bizi.