İlk darbe girişimi haberleri ekranda belirdiğinde büromda çalışıyordum. Ellerim titremeye başladı. Askerlerin sokağa tamamen hakim olduğunu ve askerin idareye el koyduğunu düşünmeye başladım. Aklıma ilk gelen şeylerden biri de kanun nizam tanımayan keyfi bir idareyle yüzleşme gerçeği oldu. Böyle bir idare sorgusuz tutuklama ve yargısız infazlar demekti. Masum canlara kıyılacak, inançlar aşağılanacak, ezanlar susturulacak ve ülke tam bir harabeye dönecekti.
Son dakika haberleri ekranda akarken Arap ülkelerindeki dostlarımdan da mesajlar yağmaya başladı. Kimileri sokağa inme konusunda uyarılarda bulunuyor, darbecilerin kazanması durumunda kurban olma ihtimalinden bahis açarak dilimizi tutma tavsiyesinde bulunuyordu. Gelen mesajların çoğu evde kalmamızı öğütlüyordu. Zaman, dua zamanıydı. Belanın savuşması için bekleme zamanıydı. Darbe sonrası Mısır’daki Suriyeli mültecilerin başına gelenleri hatırlatan mesajlar, “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de” benzeri atasözleriyle hiçbir olaya karışmamamız noktasında görüş birliği halindeydi. Bütün bu mesajlara cevabım, sadece sessiz kalmak değildi. Türk arkadaşlarıyla birlikte sokağa çıkma hazırlığı yapan oğlumdan iki rekat namaz kılmasını istedim. Ve bu sokağa çıkışın Allah katında bir cihad olduğunu unutmamasını.
Suriyeli gençler, kendilerine kucak açan din kardeşleri tehlike altındayken evde oturmayı kendilerine yediremediler. Kalpler, Türkiye’nin kaybedilmesi riskini taşıyamazdı. Kaybedecek başka neyimiz kalmıştı ki?
Erdoğan’ın sokağa çıkma çağrısıyla kendilerini hemen sokağa attıklarını söyleyenler oldu bana. Herhangi bir sıkıntıya neden olmamak için Türklerin arasındayken tek kelime Arapça konuşmama kararı almışlar. Lakin bozuk Türkçeleri onları yine de ele vermiş. Onların Arap olduğunu anlayan Türkler ise sıcacık bir tepki vermişler. Sarılmışlar kardeşlerine. Aralarında gözyaşlarını tutamayanlar olmuş.
“Ülkemizde Suriyeli istemiyoruz” hashtagi ile başlatılan kampanyalar Suriyelilerin darbe girişimine meydan okumasına engel olmaya yetmedi. Bunların azınlık olduğunu biliyorduk. Türk halkının vicdanını temsil etmiyordu bu azınlık. Suriyeliler aynı idealleri paylaştıkları bir hükümetin, kendilerine kucak açmakta bir an bile tereddüte düşmeyen bir liderin düşmesinden endişe duydular. İşte bu duygu, Suriyeli istemeyen azınlığın bıraktığı tüm olumsuz izlerden çok daha güçlüydü.
Suriyeli gençler tarafsızlığı seçmedi. Sadece dua etmek çözüm değildi. Bunun bilinci içerisindeydiler. Bu, Allah’ın razı geleceği bir iş de değildi. Sokağa çıkmak… Karşı durmak… Kendini feda etmek… Gözünü kırpmadan meydan okumak… Yapılması gereken buydu. Zaten ecel gelecekse kendini sakınmak neye yarar ki?
Gençlerimizin çoğu kendilerine kucak açan tek devlet için taraf oldular. Bize insanca muamele eden bir devlet için. Bizi kendi vatandaşı gibi benimseyen, ayrımcılık yapmayan bir devlet için. Haklarımızı koruyan bir lideri yalnız bırakmadılar. Washington’da Suriye devriminin bayrağını yapmacıksız, içten bir sevgiyle kuşanan, kendi siyasi kariyerini bizler için tehlikeye atmaktan çekinmeyen, kendi ülkesinde “Suriyeliler gitsin” diye kampanyalar düzenleyenlere karşı dimdik duran bir lider için sokağa çıktılar.
Suriye’ye gelince, vaziyet tamamen bambaşkaydı. Türkiye’de darbe olduğu haberi duyulduğunda Esed rejiminin hüküm sürdüğü topraklar deyim yerindeyse tam bir karnaval ortamına döndü. Sevinçten havaya kurşunlar sıkıldı. Rejim taraftarı birçok insan bu kutlamalarda atılan kurşunlardan nasibini aldı. Ülkemin şerefli insanlarıysa darbe gecesi boyunca Türkiye için dualar etti. Sabah olup da darbenin başarısızlığa mahkum olduğu anlaşılınca Esed’in elindeki topraklarda matem havası baş göstermeye başladı. Bu mateme bir de kutlamalarda ölenlerin üzüntüsü eklendi. Ölümleri üzerine türlü senaryolar üretildi. Esed tarafı tamamen matem karanlığına bürünürken kutlamalar bu defa karşı tarafta, muhaliflerin elindeki topraklarda belirmeye başladı. Sevinç gösterileri yapıldı. Kuşatmalar, bombalar ve binbir sıkıntıyla boğuşan insanlar birbirlerine tatlılar ikram etti.
Sosyal medyada diğer Suriyelilerin paylaşımlarını takip eden Türkiye’de yaşayan Suriyeliler, yaralarını saran ve kendilerine kucak açan bu ülkeye karşı hem büyük bir sevgi, hem de darbe günü hissettikleri türden bir endişe duygusu taşıyorlar. Çünkü Türkiye onlar için yolundan gittikleri bir vatan oldu artık. Kalplerinde Suriye ile Türkiye arasında bir fark yok. Suriye ilk vatanları, Türkiye ise ikinci vatan.
Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı bizim için tek seçenek kalacaktı: Yeni bir hicret. Gerçi biz Suriyeliyiz. Bu gerçekle yaşamaya çoktan alıştık. Ancak Aziz Türkiye’nin yeri her zaman başka. Eğer bu ülkeden kovulmuş olsaydık çıkıp gidecektik. Kendimize yeni bir hayat inşa edecektik. Ama Türkiye’de yaşarken hissettiğimiz, içimizdeki yarına dönük o umut belki hiç kalmayacaktı. Türkiye’nin bize kattığı ruhtan mahrum yaşayacaktık.
Koca Arap toplumu göz önüne alındığında elbette sadece Suriyeliler dökülmedi sokağa Türkiye için. Bu devletin el tuttuğu her mazlum kendini feda etmeye hazır hissetti. Arap olmak değildi çünkü önemli olan. Önemli olan bu ümmetin bir ferdi olmaktı. İnsanlar bu gerçeği Türklerden öğrendi. Çünkü Türkler bu ümmetin evlatlarına kendilerinden biriymiş gibi muamele eden bir millet.
Dünyanın ve Müslümanların gözünde Türkiye sadece Türklerin vatanı değil. Tüm dünyaya örnek olacak bir davranış sergileyen bu ülkeye ve bu insanlara vefa borçluyuz.
Parolası tekbir ve besmele olan, vatan için bir an bile tereddüt etmeden kendini feda etmeyi bize öğreten, herhangi bir şahsın posterini veya bir partinin sembolünü değil sadece ülkesinin bayrağını taşıyarak sokaklarda bir aslan gibi kükreyen bu halkla birlikte yaşamaktan gurur duyuyoruz.
Aynı ümmetin fertleri olmaktan gurur duyuyoruz. Kalbimiz bir, yumruğumuz bir! Dertlendiğimiz, adandığımız şeyler ve hedeflerimiz bizi kocaman bir bütün yapıyor.
Bana sokağa inme konusunda uyarı ve tavsiyelerde bulunan tüm dostlar için sözüm şu: “İlk şehidimi Suriye’yi savunmak için verdim. İkincisini Türkiye’yi savunmak için seve seve veririm. Oğlum büyük bir gururla Türklerin ve Suriyelilerin birlikte saf tuttuğu meydanlarda. Biz burada bütün bir ümmeti savunuyoruz. Korkmuyoruz! Canlar bu yola feda olsun!”