Bu yazıyı yazmak oldukça sancılı oldu. Unutmak istediğim, sürekli kaçtığım geçmiş günlere tekrar gitmek zorunda kaldım. Eski hatıralarım canlandı, yaralarım tekrar kanamaya başladı. Suriye’deki yaşanmışlıkları konuşmak fazlasıyla ıstırap verici ama aynı zamanda güzel de. Herşeye rağmen büyüleyici bir mutluluk. Canın yanıyor ve unutmak istiyorsun ancak unutulmuyor, can sıkıcı olması gerekirken tam aksine yeniden yaşanası, özlenesi günler haline geliyor. Elden geldiğince, imkan elverdiği kadar tekrar yaşamak ve yaşatmak istiyorsun.
Suriye toplumu Ramazan’a daha gelmeden hazırlıklara başlardı. Hanımlar ağırlayacakları misafirleri için baştan aşağa, dört dörtlük bir temizlik faaliyetine girişirler, beyleri ise Ramazan alışverişine başlamış olurlardı.
Suriyelilerin Ramazan’da iki güzel adetleri vardır. Günler öncesinde adına “eğlence” dedikleri dışarı çıkma adeti mesela. İnsanlar bu şekilde tabiat ile başbaşa kalırlar, kendilerini Ramazan’ın manevi havasına alıştırmaya çalışırlardı. Savaş geldi, ülkemin çoğu yeri bu güzel adetten mahrum kaldı.
Bir diğer güzel adetimiz de Ramazan yaklaşınca tüm akrabaları toplayan ve adına “Ramazan gayreti” dediğimiz yemekli toplantıların yapılmasıydı. Ramazan dolayısıyla insanlar ibadete ağırlık verecekleri için öncesinde birbirlerini gayrete getirme, aynı zamanda ailecek bir arada Ramazan’a “hoş geldin” deme amacı güderlerdi. “Ramazan gayreti” mübarek ay boyunca yine bir araya gelecek olan insanları manevi iklime hazırlama işlevi görürdü.
Suriye Ramazanlarının bir farkı da mescitlerin aynı zamanda okul görevini üstlenmesiydi. Bir nevi Ramazan okuluna dönüşürdü mescitler. Alimlerin ders verdiği, kur’an kıraatı yapıldığı, teheccüt namazlarının kılındığı mekanlar olarak şenlenir, renk renk ışıklar, caddelerin iki yanında, evlerin balkonlarında, iş yerlerinin vitrinlerinde ve meydanlarda yapılan süslemeler dikkat çekerdi.
Yapılan manevi faaliyetlerin niteliğine göre Suriyeliler Ramazan’ı üçe bölerlerdi. İlk on güne “marak”, ortasına “harak”, sonuna ise “sarru-l varak” denirdi. “Marak”, et suyu çorbasına denir ki bundan kinaye Ramazan’a özgü yeme-içme hazırlıklarıydı. “Harak”, insanların Ramazan bayramı için bu günlerde elbise satın almasından kinayeydi. “Sarru-l varak” ise son on günde kadınların bayrama özgü tatlılar yapmasını ifade ediyordu.
Meyan kökü içeceği, Ramazan’ın favorilerinden biriydi. Hiçbir Suriyelinin evi bu içecekten yana boş kalmazdı. Keza bir tür kayısı suyu olan kamerüddin de öyle. Ramazan boyunca her mahallede bu içecekleri satan dükkanlara rast gelmek mümkündü. Yine belli muhitlerde iftar öncesi bu içecekleri satan seyyar satıcıları görebilirdiniz.
Mercimek ve arpa çorbaları da esaslı Ramazanlıklardandı. Salatalara gelince tebule ve nar ilaveli fettuş revaçtaydı. Sonra sofradaki ana yemeklere gelirdi sıra. Binbir çeşit ve lezzetiyle tavuk, et veya nohuttan yoğurulmuş köfte, yeşillik ve etin buluştuğu tabaklar. Ve iftar sofralarının bir başka olmazsa olmazı, zeytinyağı.
Hamur işlerine geldiğimizde, “naim” denilen çok ince ve tavada kızartılıp üzerine yerel tatlar serpiştirilen ekmeği anmak gerek. Bir başkası “me’ruk” ise arasına hurma doldurulmuş taze ekmeğin adıdır. Kaymak veya cevizle servis edilen kadayıfı da listemize ilave edelim. Künefenin ise bizde iki türlüsü bulunur. “Medluka” ve “Nablusiyye”. Poğaçayı andıran görünümüyle “Şiiyyatü Hımmısiyye”yi de Ramazan’a özgü lezzetler arasında zikretmek lazım.
Sahur sofralarında peyniri, sütü, yumurtayı, kaymağı, reçeli, zeytini ve makarnayı tadabilirdiniz.
Ramazana özgü güzelliklerden birisi de “Mesherati” adını verdiğimiz davulculardı. Suriyeliler Emevi devleti zamanlarından bu yana davul sesiyle sahur için kalkmaya alışmışlardı. Sahur vaktinde davul sesini duymanın ne tür duyguları çağrıştırdığını bir bilseniz. Bu hizmetine mukabil sahur davulcularına mahalleli tarafından “bayramlık” tabir edilen bir bahşiş vermek gelenektendi.
Ramazanda en önemli hususlardan birisi de aile fertleri, mahalle sakinleri, komşular ve akrabalar arasındaki yakınlaşmanın bariz şekilde görülmesiydi. Bugün yedinci senesine giren yıkıcı bir savaş ortamında maalesef sürdürülmesi en zor olan gelenek belki de bu. Öldürülen var, başka başka diyarlara hicret eden var, tutuklanmış, kendisinden bir türlü haber alınamayan var. İçinden en az bir kişinin eksilmediği Suriyeli evi kalmadı maalesef. Yitenler yitti, kalanlar bir şekilde hayata tutunma telaşında şimdi.
Ramazan boyunca Suriyelilerin evlerini şenlendiren sofralar kalmadı artık. Pek çok Suriyeli böyle sofralar kurabilecek durumda değil. Dolara karşı on misli değer kaybeden para çoktan pul olmuş, kimsede para yok. Olmaz ya, hadi parayı buldun diyelim, bu defa alacak malzeme yok.
Esed rejiminin egemenliği altındaki mıntıkalarda devlet memuru sıfatını haiz kimselerin geçim derdi diye bir sorunu asla olmazdı. Ama öyle şiddetli bir enflasyon var ki şimdi, herşey ateş pahası. Gıda maddeleri, ev kirası, giyecek… Hepsinin fiyatı almış başını gidiyor. Yardım kuruluşlarına el açmadan ayakta durabilene artık aşk olsun. Rejimin kuşatma altında tuttuğu bölgelerde ise insanlar artık oruçları birbirine eklemeye başladı. Yiyecek tek lokma kalmadı çünkü.
Kamplarda hayat mücadelesi verenlerin yitirdiklerine duydukları elem ve buram buram vatan hasretiyle yedikleri lokmalar boğazına diziliyor. Zaten bu kampların özellikle Arap ülkelerinde olanlarının durumu içler acısı.
Gurbettekiler bir şekilde o eski güzel Ramazanları tekrar yaşayabilmek umuduyla gayret ediyorlar, ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Özellikle Türkiye’de yaşayanlar birçok açıdan en şanslı olanları. Burada Ramazan gelince aynı havayı teneffüs edebiliyoruz. Adetler de birbirine yakın olunca insanlar daha önce Suriye’deki evlerinde yaşadıkları o güzel Ramazanları bir ölçüde telafi edebiliyorlar. Ah bir de aileler eskisi gibi tüm fertleriyle bir arada olabilse!
Avrupa, Amerika ve Avustralya gibi Müslüman olmayan ülkelere göç edenler ise Türkiye’dekiler gibi Ramazan havasını soluyamadıkları için telafiyi bir araya gelerek Ramazanı ihya etmekte buluyorlar. Çocuklarını kendi değerlerine uygun bir şekilde yetiştirme savaşını vermek için de ideal yol bu, bir araya gelmek. Kendi dillerini öğrenmek, yeni ülkenin koşullarına uyum sağlamak ve dayanışma yoluyla iş imkânları geliştirmek ancak bu sayede mümkün olabiliyor.
Geçmişte yaşadıklarımız, hayatımızda tıpkı bir şimşek gibi parlıyor ama ne yazık ki sadece o kadar. Ölmüşlerimiz geri gelmiyor. Yitiklerimiz bir şekilde döndüklerinde bildiğimiz insanlar olmaktan çok uzaktalar. En büyük acı da bu olsa gerek. Ailelerin dağılması… Sevdiklerimizin kayıplara karışması… Evet, Ramazan geldi. Kimimiz Esed’in hapisanesinde bir başına işkence çekiyor. Kimimiz savaş meydanında tek başına belki bir hurma tanesiyle iftar açıyor. Kimimiz sığındağı çadırın altında ya soğuktan donuyor ya da sıcaktan kavruluyor.
Ramazan’ın son günlerinde minarelerden yanık sesleriyle hüzünlü veda sözleri söyleyen müezzinlerimiz vardı. Bu hüzünlü sözler, mutlu yuvamızda huzurlu bir Ramazan geçirirken içimizden kimilerinin içini titretir, iplik iplik gözyaşlarına sebep olurdu. Rahmet ve bereket ayına veda edişin hüznüydü buna sebep. O manzara aklıma düşünce “Artık Ramazan’ın gidişine ağlayan kalmış mıdır aramızda?” sözleri dökülüyor dilimden. Bir tuhaf oluyorum.
Biz Suriyeliler, bakmayın, güleriz, espri yeteneğimizi asla yitirmeyiz bunca hüznün orta yerinde bile. Suriyelileri bu günlerde şu sözleri söyleyip gülüşürken bulabilirsiniz.
Zehirli gaz yutmak orucu bozar mı?
Mermi yiyenin orucu bozulur mu?
İftar topuyla rejimin roketini birbirinden nasıl ayırt edersin?