İdlib ve müzakere masasının çöküşü

Savunma Bakanı olduğunda Golan Tepelerini İsrail’e hediye eden isim Hafız Esed’den başkası değildi. Meşhur 67 savaşında ortada bir hezimet mevcut değilken ve Golan Tepelerinde henüz Suriye askeri bulunuyorken yenilgiyi ilan eden kimdi acaba? Kimin İsviçre bankalarındaki hesabına 100 milyon dolar para yatırıldı ve neyin karşılığında? Bu konuyu ilk dillendiren ve Hafız Esed’e takdim edilen çek koçanının Cemal Abdünnasır’ın elinde bulunduğunu söyleyen Enver Sedat değil miydi?

Golan Tepeleri’nin hemen yanındaki Kuneytra kasabasının o günden bu yana harabe halinde kaldığını, tek çivi çakılmadığını bilmiyor muyuz? Peki, niçin? Hemen yakında bulunan İsrail askerleri tedirgin olmasın diye… Kuneytra ahalisi bugün başkent Şam’ın varoşlarında ayakta kalma mücadelesi veriyor.

Bundan sonra ne mi oldu? Hafız Esed darbe yaparak iktidara geldi. Çünkü Suriye’de İsrail’in ve Batı’nın menfaatlerini en çok koruyacak adam ondan başkası olamazdı. O andan itibaren Suriye’nin makus talihi de başlamış oldu. Ülkenin bütün kaynakları yağmalanmaya başlandı. Darphane bile bundan nasibini aldı. Ülkede fikir üretebilen herkes potansiyel suçlu haline geldi. En ufak, en sıradan muhalefete bile müsamaha gösterilmedi. Ağzını açıp tek kelime eden herkes karşılığını zulüm olarak fazlasıyla aldı. Öyle zamanlar yaşandı ki Esed rejimi deyince akla viran olmuş Suriye fotoğrafı gelir oldu. Bilhassa 80’li yıllarda yaşanan zulüm ayyuka çıktı. Halkın şuurlanmasını hazmedemeyen rejim müthiş bir terör estirmeye; alimleri, fikir adamlarını ve kanaat önderlerini zindanlara tıkıp olmadık işkencelerle sindirmeye çalıştı. Ülke bir korku iklimine, bir alacakaranlık kuşağına dönüştü. Halkın bir daha baş kaldırmaya mecali olmaz inancındaydık.

Oysa rejim Dera şehrinde sırf okul duvarına yazı yazdılar diye küçük çocukları tutuklayıp işkence ederek yaktığında, kerpetenlerle tırnaklarını söktüğünde işin rengi değişti. Çocukların babaları karakola gidip çocuklarına ne olduğunu öğrenmeye çalışınca hakaretlere uğrayıp kovuldular. Karakoldan çocukların cesetleri gelince Suriye’nin şehirleri birer birer ayaklanmaya başladı. Dera, Humus, Şam ayağa kalktı. Kimsenin başını çekmediği, halkın en içten duygularla sokağa çıkıp rejimi lanetlediği bir süreç başlamış oldu. Ok bir kere yaydan çıkmıştı ve artık geri dönüşü yoktu. Sonuç ne olursa olsun Suriye halkı şeref sahibi kimselerin yapması gerekeni yaptı ve mazlumların tarafını seçti.

Rejim halkın kendisine zoraki boyun eğdiğini bildiği için böyle bir duruma hazırlıklıydı. Bir gün böyle bir başkaldırının geleceğini hesaplıyordu. O günlerde İstihbaratta çalışan bir kardeşim bana “Rejim bunların provasını daha önce yaptı. O nedenle ezbere bildiği hamleleri yapıyor” demişti. Evet, rejim hazırlıklıydı. Fakat Elhamdülillah Suriye devrimini bugüne değin yok etmeyi başaramadı.

Nitekim bizimle baş edemeyeceğini anlayınca İran ve Rusya’yı hatta Amerika’yı yardıma çağırdı. Kendi saltanatı sürsün diye ülkeyi yabancı postallara çiğnetti, bölünmesine dahi razı oldu. Bir yandan da Suriye Devrimi’nin içine kendi adamlarını sokmak için elinden gelen çabayı gösterdi. Bu çabalar meyvesini vermekte gecikmedi, Devrim güçleri kendi içlerinde bölünme yaşadılar ve hatta birbirine silah çekmeye başladılar. Rejimin zindanlardan çıkarıp içimize saldığı bir kısım İslamcı gerek askeri gerekse siyasi mecrada muhalif güçleri yıpratma görevini başarıyla icra ediyor.

Koalisyon içerisinden bazı kardeşler benden kadınlar adına sözcülük yapmamı teklif ettiler. Özür beyan ederek bu teklifi geri çevirdim. Siyasete inanmadığımdan değil, bir gün Esed rejimiyle oturulacak bir masada bulunmayı kesinlikle tercih etmedim. Çünkü biliyoruz ki, rejim yalancıdır. Bol bol vaat eder ama hiçbirini yerine getirmez. Yalanı, hileyi kendisine yol olarak benimsemiş olanlarla nereye varılabilir? Biz istesek de onlar kadar beceremeyiz bu işleri. Bu konuda tecrübemiz de, uzmanlığımız da yok. Diğer yandan rejim dört koldan adamlarını içimize sokmuş, belki de aldığımız nefesi kontrol eder halde. Oysa bizler saf ve iyiniyetli insanlarız.

Bahsettiğim hadisenin üzerinden 4 yıl geçti. Doğru mu yaptım diye bazen düşünüyorum da, elbette doğruyu yapmışım. Teklifi kabul etseydim ben de rejim ile müzakere masasına oturanlardan biri olmuştum. Bin türlü komplonun cirit attığı böyle ortamlara kesinlikle tahammül edebileceğimi sanmıyorum. Belki de bu sebepten kendi insanlarımdan bir nebze uzaklaşıp kitaplarla haşır neşir olmayı tercih ettim. Ardarda başarısızlığa uğrayan müzakere süreçlerinin, çöken masaların parçası olmak pek bana uygun değil. Suriye Devrimi’nin şu elem veren görüntüsü tahammülün üzerinde.

Suriyelilerin acılarını yazmaya bile bu yüzden yanaşmadım. Bütün dünyanın aldırmaz şekilde öylesine baktığı bir sahneyi hikaye etmenin kime, ne faydası var? Üstelik devrimin galip gelmesinden neredeyse umudumu kesmiş haldeyim. Suriye’nin gençleri bugün ellerine silah alıp rejime karşı durmak yerine kendilerini uzaklara atmak istiyorlarsa altında yatan yine aynı umutsuzluk, başkası değil. Suirye Devrimi’ne uluslararası toplum çoktan sırtını dönmüş. Esed neredeyse herkes tarafından “Suriye’nin kurtarıcısı” ilan edilmiş. Maddi manevi her türlü desteği arkasına almış. Döktüğü kanların hesabını soran kimse almamış, herkes Esed goygoyculuğuna soyunmuş.

Umudumuzun tek sığınağı bir tek İdlib kaldı. Rusya’ya ve Esed güçlerine rağmen birileri hala orada mazlum siviller adına mücadelesini veriyor. Bu da bizi yeniden kendimize getiriyor. Halkımızın ne pahasına olursa olsun Esed rejimine teslim olmayacağını, devrimin süreceğini ilan ediyor. Oradaki gençlerimizin tutkulu direnişi umudumuz için yeni bir kıvılcım oluyor.

Bugün bütün dünyanın sırtını döndüğü Suriye halkı yalnız Türkiye’nin yanlarında durduğunun farkında. Astana ve Soçi müzakereleri çökünce daha sağlıklı bir yola girdiğimize inanıyorum. Sular artık çok daha berrak. Maskeler kalktı, düşman tam karşıda. Şimdi bir savaş olsa inanıyorum ki saflar çok daha net olacak. Fatih’in torunları bize yardım ettiğinde inanıyorum ki umutsuz bir şekilde yurtdışına giden gençlerimiz ülkeleri için yeniden geri dönecek.

Bu noktada bizi asla yalnız bırakmayan Türk hükümetini uyarmayı vazife biliyorum. Kesinlikle unutmasınlar ki, Esed rejiminin hainleri ortalıkta fink atıyor. Üstelik birçoğu İslamcı kisvesi altında. Bazıları siyasi kimlikle ortalıkta geziniyor. Halbuki bu mecrada yer alması gereken birçok şerefli insanın yüzüne bakan bile yok. Dediğim gibi, bilhassa İslamcı maskesiyle gezinenlere dikkat edilmeli.