İçimizdeki Macarlar

Petra Lasko’yu hatırlıyor musunuz? Hani şu, Macar gazeteci. Suriyeli mülteciler Macaristan sınırını geçip ülkeye girmek istediğinde, gazeteciliği bir kenara bırakıp, kucağında çocuğunu taşıyan Suriyeli babaya tekmeyi basıp yere düşüren kadın.

O adam, o baba, bir futbol antrenörüydü. Futbolculuk da yapmıştı. Futbol hayatı boyunca belki birçok tekme yemişti ama hayatının en ağır tekmesini gözü dönmüş, kalbi nefretle dolmuş o kadın gazeteciden yedi belki de. Hayatı boyunca unutamayacaktır o tekmeyi, hiçbirimiz unutmayacağız, unutamayacağız. Sıradan bir tekme değildi o çünkü… O tekme insanlığa atılmış bir tekmeydi. O çelme, insanlığa, insan onuruna takılmış bir çelmeydi. Yere düşen bir baba ve kucağındaki oğlu değildi, yere düşen insanlıktı.

Futbol, Suriye, insan onuru, çocuklar, mülteciler demişken…

Mustafa Denizli A Milli Takım Teknik Direktörlüğünü yaparken, kazandığımız ve Euro 2000’e katılmamızı garantileyen Türkiye-İrlanda eleme maçından sonra, “şimdi içerideki İrlandalıları bir görelim bakalım…” demişti.

Aradan 16 yıl geçti. Şimdi, başka bir bağlamda “İçerideki Macarları görelim bakalım” demek zorunda kaldık.

Olay şu: A Milli Futbol Takımımız kısa bir süre önce İsveç’le hazırlık maçı yaptı. Takımlar, sahaya 22 Suriyeli sığınmacı çocukla birlikte çıktı… Kız çocukların bir kısmının başı açık, bir kısmı başörtülüydü.

Milli Takım’ın sosyal medya hesabında “Suriye’den ülkemize gelen sığınmacıları ağırlamaktan mutluluk duyuyoruz. Milli takımları sahaya onlar çıkarttı” ifadeleri kullanılmıştı. Fakat mutluluk duymayan birkaç kişi vardı. Biri Enver Aysever, diğeri Ayşenur Arslan. Sözüm ona ikisi de gazeteci…

Amaç Suriye’deki iç savaşa, katliamlara, mültecilerin yaşadığı trajediye, yüzyılın en büyük insanlık dramına dikkat çekmekti. Fakat Enver Aysever ve Ayşenur Arslan, o büyük insanlık dramının, yüzbinlerce insanın ölümünün, bombaların, terörün, vahşetin, trajedinin arasından meleklerin gör dediğini değil de şeytanın gör dediğini gördüler ve “aa kızların başında örtü var” dediler.

Yüreklerini savaştan, bombalardan, yıkımdan kaçan çocukların acılarını paylaşmaya açmak yerine, nefret söylemiyle doldurmayı tercih ettiler.

Ayşenur Arslan, “Böyle bir Türkiye yaratmak istiyorlar” diye feveran etti Halk TV’den.

Enver Aysever, “Küçücük çocukların saçından tahrik olanların ülkesi… Yazıklar olsun!!!” diye veryansın etti Twitter’dan.

Ayşenur Arslan’ın “Böyle bir Türkiye istiyorlar” dediği fotoğrafta, biz, 3 milyon mülteciye ev sahipliği yapan “delikanlı Türkiye” fotoğrafı görüyoruz. Mazluma kimlik sormayan, Sünni-Şii, Nusayri-Dürzi-Ezidi, Arap-Kürt-Türkmen ayrımı gözetmeksizin bütün mazlumlara kucak açan bir
Türkiye görüyoruz. Böyle bir Türkiye istiyorlar dediği fotoğraf için “Elbette öyle bir Türkiye istiyoruz” diyoruz.

İstanbul’da, Ankara’da, Antep’te patlayan bombalardan ne kadar canı yanıyorsa, Şam’da, Halep’te, Türkmendağı’nda, Bağdat’ta, Musul’da, Kerkük’te patlayan bombalardan da o kadar canı yanan; Paris’te, Brüksel’de patlayan bombalardan o kadar canı yanan bir Türkiye…

Esmer, kavruk, kara gözlü çocuklara ne kadar şefkat gösteriyorsa, sarışın, beyaz tenli, mavi gözlü çocuklara da o kadar şefkat gösteren ve merhamet eden bir Türkiye…

Ancak, Ayşenur Arslan ve Enver Aysever gibilerin yürekleri, çocuklara merhamet etmek için kimlik sormak zorunda… Onların yüreklerinde sensörler var, o sensörler insanların yaşadıkları zulme, mağduriyete göre değil, başörtülü olup olmadıklarına göre hareket ediyor. Kimliklerine göre hareket ediyor. “Avrupalı, çağdaş, modern, medeni, Fransız, Belçikalı, sarışın, mavi gözlü” çocuklar söz konusu ise gözlerine merhamet yansıyor, Suriyeli, Iraklı, Ortadoğulu, esmer, başörtülü çocuklar söz konusu olduğunda ise gözlerine melanet yansıyor.

Paris’te bombalar patladığında “Fransa çocuklarına ağlıyor”, Ankara’da bombalar patladığında “katliam ülkesi” diyen kafadır bu kafa. İşte o kafa kimi zaman “katliam ülkesi” diye yazdırıyor o gazetecilere, kimi zaman “küçücük kızların saçından tahrik olanlar ülkesi” diye yazdırıyor. İşin doğrusu, küçücük kızların saçından değil, başörtülerinden tahrik olanlar var sadece. Hepsi bu.

Şu bir gerçek: Kucağında çocuğunu taşıyan Suriyeli babayı tekmeleyen, çelme takan Macar gazeteci ne ise, Enver Aysever de, Ayşenur Arslan da odur. O Macar gazeteci ne kadar ırkçı ise, Enver Aysever ve Ayşenur Arslan da o kadar ırkçıdır. Hatta onlardan daha da ırkçıdır. Çünkü yaşadıkları toprakların hamuruna, mayasına, yaşadıkları toplumun kültürüne, sosyolojisine düşmanlık ve nefret besliyorlar.

Bu kronik nefret sahipleri, bu “öteki” düşmanları, bu hınç yüklü yürekler dünyanın her yanında var maalesef. Bunlar bazen mülteci tekmeleyen Macar gazeteci kılığında, bazen İslam düşmanı Macar başbakan kılığında, bazen “Müslümanları ABD’ye almayalım” diyen Donald Trump kılığında, bazen de başörtüsünden nefret eden Enver Aysever ve Ayşenur Arslan kılığında karşımıza çıkıyor. Ortak noktaları ırkçılık, faşizm, İslamofobia. Ortak noktaları nefrette birleşmek!

Enver Aysever ve Ayşenur Arslan gibi gazeteci kılığındaki bu ırkçılar, istiyorlar ki, can havliyle bombalardan kaçıp ülkemize sığınacak mazlumlar için sınır kapılarında “ikna odaları” kurulsun, o insanlar, o kızlar, o kadınlar başörtülerini çıkartmaya ikna edilsin, öyle alınsınlar Türkiye’ye. Asıl size yazıklar olsun.

Türkiye, sizin tüm çelmelerinize, tüm tekmelerinize, tüm faullerinize, tüm faşizan tavrınıza, tüm jakobenliğinize, tüm toplum düşmanlığınıza rağmen insanlıktan vazgeçmeyecek.