Hususi bir toplantının tutanağı

Bay Raskolnikov, değerli ressam Strauch, sevgili Bardamu, pek kıymetli Fahim Bey. Gecenin bir vaktinde sizleri rahatsız ettiğim ve bu alelade masanın etrafında toplanmak zorunda bıraktığım için her birinizden özür diliyorum. Uzun yoldan geldiniz farkındayım; Rusya’dan, Avusturya’dan, Fransa’dan. Fahim Bey burada, bu şehirde yaşadığı için sizlere nazaran şanslı sayılır. Ama takdir edersiniz ki o da yaşlı bir adam. Hem yaşlı hem de kendine özgü şahsiyeti ve yalnızlığı sebebiyle böyle münasebetsiz toplantılardan özellikle hazzetmez. Konuklarım, bu gün Divanyolu’nda yürürken tramvay güzergâhı üzerine serpilmiş ve yağmur çiselediği için yerlere yapışıp kalmış iri pençeli çınar yapraklarını gördüm. Sararmışlardı. Sebebini tarif edemeyeceğim bir hal yaşadım; yalnızlık diyemem, hüzün diyemem, ölüm korkusu da diyemem. Neydi bu hal? Uzunca bir zamandır bir duman kabına benzeyen ve ben hareket ettikçe halden hale giren aklımı da yoklamadım değil. İnsan bazen bir sebebi yokken de pusulasız ve yelkensiz kalabiliyor, ansızın mevsimlerin oltasına yakalanabiliyor işte. Böyle zamanlarda varlığın bağrı, ne sebeple yandığını bilemediğimiz bir çıranın isiyle kaplanıyor…

Her biri birbirinden değerli siz misafirlerimi sadece gecenin bir yarısında rahatsız etmekle kalmadım, bir de bir çınar yaprağının ruhuma indirdiği darbeyi anlatarak canınızı ziyadesiyle sıktım, farkındayım. Çevremde pek çok gerçek insan ve konuşulmaya değer sayısız mevzu varken, okuyanlara kötü bir kurmaca, hatta ondan daha beteri, berbat bir fantezi hissi verecek böyle bir toplantı yapmış olmam ve bu vesileyle sizlerle bir araya gelmem görünüşte pek de akıl kârı değil. Yine de eski katilimiz, asabi ressamımız, tesadüfi askerimiz ve ikbalsiz beyzademizin beni mazur göreceği bir nokta var: Ben de bir zamanlar sizlerin okuru oldum ve her birinize katlanmak zorunda kaldım. Lütfen bu cümleme başka anlamlar yüklemeyin; niyetim ödeşmek değil. Ruhumu bir anlığına gasp eden İstanbul’un iri çınar yaprakları hakkında ne düşündüğünüzü de merak etmiyorum. Hoş böyle bir merakım olsa bile muhterem Fahim Bey hariç, hiçbiriniz beni tatmin edecek bir cevap veremezsiniz. Bu şehirde yaşamadınız, Türk ruhuyla tanışmadınız, Divanyolu’ndan bir kere bile geçmediniz. Üstat Strauch keskin gözlemlerinden yola çıkarak insan ve tabiat hakkında birkaç ağır hakarette bulunabilir belki, ama bu toplantı bütünüyle ev sahibinin konuşması üzerine kurulu, üzgünüm. Ayrıca benim hayatta olmak gibi bir ayrıcalığım var…

Aziz misafirler, unutmadan bir başka hakikati de ifade etmek isterim. Buraya yalnızca dördünüzün “seçilerek çağrılmış olması” mekânın sınırlarıyla ilgilidir. Oturduğumuz salonu görüyorsunuz pek geniş değil, oturduğumuz masa da öyle. Sizleri hem konuk edip hem de istifleyemezdim. İmkânlarım müsait olsaydı Bayan Eszter, Madam Bovary, Heathcliff, Kamil Bey, Hayri İrdal, Faust, Üst İnsan, Şehinşah Behram ve daha nicelerini davet edip, birbirinizle tanışmanızı isterdim. Burada tuhaf bir durum olduğunu hemen anlamışsınızdır. Sizler birbirinizi tanımıyorsunuz ama ben her birinizi tanımaktayım. Huyunuzu, suyunuzu biliyorum. Bir gün çok daha büyük bir toplantı için gerekli koşulları sağlayabilirsem, ki bunu canı gönülden istemekteyim, hanginizi hanginizin yanına, hanginizi hanginizin karşısına oturtmam gerektiğini uzun uzun düşüneceğim. Mesela Bay Raskolnikov, yanınıza La Pointe’nin oturmasını siz de arzulamazsınız değil mi? Kıymetli Fahim Bey, lütfen pirelenmeyin, şapkasına tuhaf renkli tüyler takan Lajos gibileri yakınınıza bile yaklaştırmam. Sizinle aynı ırktanız, ruhunuzun sıkıntılarını iyi kötü biliyorum. Hem bu masada gerçek hayatı da tecrübe etmiş yalnızca ikimiz varız. Gerçek hayatı tecrübe etmiş bir kahraman iki kere bahtsızdır efendim…

Bay Strauch, bay Raskolnikov, bay Bardamu, kıymetli Fahim Bey; böyle apar topar çağrılma sebebiniz, kişisel yıkımıma ve kişisel inşama yaptığınız katkıyı nihayet gözden geçirme arzumdur. Biz Türkler, tabiatımız gereği zaten yıkım ve yapım arasında hızla gidip gelen bir milletiz. Bazen gün içerisinde bile sarkacın birkaç kez birinden ötekine gidip geldiği olur. Ama sizler konuklarım, yaptığım binayı da yıktığım harabeyi de bütünüyle tanınmaz hale getirdiniz. Yaşım belli bir olgunluk noktasına erdiği halde, halen daha sizlerle işbaşı yapmaya devam ediyorum. Kütüphanemi bütünüyle elden çıkarsam, kimsenin beni tanımadığı çok küçük bir sahil kasabasına gidip yerleşsem bile, hafızamla birlikte gelip oraya yerleşiverirsiniz. Herkesten kurtulsam da sizlerden kurtulamam. Maalesef ölünceye kadar iyiliklerinizin ve kötülüklerinizin mağduru olacağım. İstanbul’da kış yaklaştı. Bugün Divanyolu’nda sararmış koca çınar yapraklarına bakarken yalnız olmadığımı, hepinizin bende ve benimle birlikte o yapraklara bakmakta olduğunu güçlü bir şekilde hissettim. Böyle bir ruh baylar kimseye itimat telkin etmez, onu teselli etmeye kalkan herkes bir süre sonra nefretle uzaklaşır yanından. Okur olmanın faciasını görüyorsunuz: Pek çok mimarın kendini denediği şu bitmeyen binalardan biri de benim işte…