Kadınların çoğunluğunun başını örttüğü bir topluma sahip Türkiye. 2013’de başörtüsünün kamusal serbesti kazanmasından önce bu konuda daha belirsiz konuşuyorduk. Kuşkusuz artık şartlar farklılaştı ve son iki yazımda dile getirdiğim gibi yeni okumalar yapmak gerekiyor. Yasaklı dönemler insanlar üzerinde bugüne de uzayan travmatik etkiler oluşturdu. Ne var ki bir tür yas hissiyatıyla kendimizi sonsuzca haklı ve mazur görme tutumu şimdiki zamanın sorunlarını görme konusunda bir perde oluşturabiliyor. Toplum değişiyor çünkü ve farklı boyutlarla yeni çözümler gerektiren mağduriyet halleri çıkıyor ortaya. KHK mağdurları, işçi cinayetleri, işyerlerinde sürdürülen gayri insani uygulamalar, çevrenin tahribiyle ortaya çıkan zehirlenmeler, arazi rantı, adam kayırıcılık, liyakati değil torpili esas alan istihdam gibi bir toplumu ifsat eden kötülükler karşısında sorumluluk hissetmeyen başörtüsü mağduru, yaşadıklarından nasıl bir ders çıkarmış olabilir ki?
Mütedeyyin kesimlerin işyerlerinde arka planda tutularak sigortasız çalıştırılan başörtülü kadınlar, özensiz muamelelere rağmen kul hakkı bağlamında itiraz edebilecekleri bir söylem ve zemine sahiplerdi. Bugün iş ortamları çok daha acımasız, belirsiz ve kıyıcı. Başörtüsü yasaklı dönemlerdekinden farklı bir anlam gösteriyor iş arayışlarında. Mesela 1980’lerde başımı örttüğüm için iş bulamayacağımı söyleyen kimi akrabalarım aynı sebeple kızlarını direnişçi başörtüsünden sakındırırken, 2000’lerde kızlarına iş ararken başörtüsü avantajını kullanmayı ihmal etmediler. Beri taraftan, başörtüsü mücadelesine birlikte başladığımız perakende satış alanında çalışan akraba genç kızlar arasında, zaman içinde işlerinde yükselip kendi atölyelerini açanlar oldu.
Daha önceki iki yazımda ele aldığım, Sayan-Cengiz’in yeni yayımlanan kitabı “Beyond Headscarf Culture in Turkey’s Retail Sector”ın (Türkiye Perakende Sektöründe Başörtüsü Kültürünün Ötesi) üzerine Alpkan Birelma’nın yaptığı söyleşide konu edilen, sigortasız çalıştıklarına göre başlarını açabileceklerini dile getiren kadınlar yeni bir olgu olmasa da görmezden gelinemeyecek ölçüde çoğaldılar. Bu çoğalma hem normalleşmenin hem de iş alanlarında baş gösteren yeni güvensizlik sebeplerinin eseri.
Küreselleşmenin büyük baskısı sadece gençleri değil, her kesimden, her yaşta insanı etkiliyor. Herkes bir ekran aracılığıyla alımlıyor varlığını, muhayyel veya gerçek bir ekranda nasıl göründüğünden yola çıkıyor. Ne de olsa başörtüsü, yasaklı yıllarda olduğu gibi sisteme dönük sorgulamanın paradigmatik bir göstereni değil artık. Tersine, her açıdan “devlet gibi gören” başörtülü kadınlar var ekranlarda.
Mütevazı kadınların başörtülü kızları, annelerine kamusal alanda reva görülen ayrımcılıklar, aşağılamalar nedeniyle pervasız, neredeyse kibirli bir dil kullanıyorlar, hayatın her alanında. Direnişin merkezindeki başörtülü kadınlar dönemlerinin mustazaflarının yanındaydılar; “Seni Dinleyen Biri” romanında bunu anlatmıştım.
Bir başörtülü kibrinden söz edilecekse, iktidar alanlarına nüfuzdan beslenen bu kibrin küreselleşmenin üretim/tüketim döngüsündeki bencil ve “kapalı”, ayrıştırıcı yaşantıların yeni ideolojisiyle bağlarını da hatırlamalıyız. “Her şey sayemizde yolunda” bakışı, başta başörtüsü olsun veya olmasın, iktidar kibri bakışıdır. Önceki kuşağın ideolojik dilini bazen ironik klişelerle bazen de bıçkın bir dille kullanan kalemşörler, hâlâ halka hizmet peşinde olan başörtülü kadınların çabaları önünde bir perde oluşturuyor.
Evet, elbette, geçen hafta Çankırı yolculuğumda tanıştığım Belediye Başkanı İrfan Dinç’in eşi Zeynep Dinç gibi değerlerinden vazgeçmeden halka hizmet etmeyi sürdüren sayısız başörtülü kadın var. Hicabını koruyarak, ihlasla çalışmayı sürdüren değerli kadınları görünmez kılan sebepler üzerine düşünmeliyiz. Bu sebeplerin ilki herhalde sorunları içtenlikle konuşmayı “hainlik” olarak yaftalamaya hazır güruhların yol açtığı inzivalar, içe kapanmalar.
Partizanlık hakça değerlendirmelerin önünü alırken söylemleri yoksullaştırıyor. Başörtüsünün keskin bir ayrışmada bir tarafın sembolü olarak anlaşılmasından duyulan rahatsızlıklar, başörtülüler arasındaki eski bir duvarın tahkimi anlamına geliyor. Satış sektörü çalışanı başörtülü kadınları başlarındaki örtüye yönelik sorular karşısında tedirgin eden sebepler, eski sebeplere göre daha bir düşündürücü. Özlem Zengin, bir konuşmamızda İSMEK’e devam eden kadınlarda bir mesafe koyma tutumunu gözlemlediğini dile getirmişti: “Bizi başörtümüz üzerinden konuşup toplumsal kutuplaşmanın bir safına yerleştirmeyin.”
Başörtüsünü öteden beri görünmez kılan kamusal muaşeret ve mevzuat boşlukları, mesafe ayarsızlıklarının kaynaklarından biri. Sayan-Cengiz, araştırması bağlamında konuştuğu satış sektöründe çalışan kadınların da başörtüsünü bir kimlik ve siyasi mücadele olarak tanımlayan kesimlere biraz mesafe koymaya çalıştıkları izlenimini dile getiriyordu. “Bize bu beklentileri yüklemeyin, işim gücüm var, eve para götürmem lazım diyorlar biraz sanki.” Bu yeni bir fenomen değil gerçi, siyasal/kamusal mücadele veren başörtülü kadınlar bu mücadele süreğinde işçi kadınların sorunlarına kısmen de olsa uzak kaldılar konjonktürel sebeplerle, ancak başörtülü işçi kadınlar da kendilerine özgü korunma sebepleriyle başörtüsü mücadelesine mesafelerini belirtmeyi sürdürdüler. Kaynaşılan, ortaklaşılan, iç içe geçilen durum ve sahalar elbette her zaman vardı. Direnişçi kadınların önemli bir kısmı zaten işçi ve köylü kesimlerinden geliyordu.
Sistem tarafından “türban” ismiyle ayrıştırılan “siyasal/kamusal” iddiaları ve elbette “hicap” gibi bir temeli olan başörtüsü, alternatif kamulara mecbur kaldığından, korunmacı değil de saldırıya açık olunan kırk yıl içinde çeşitli merhalelerden geçerken yer yer yaşanılan geri çekilme, uzlaşma, küskünlük gibi hallerin yanı sıra kendi kamu ve mekânlarını oluşturmaya devam etti. Bugün hâlâ kendi çizgilerini koruyan kadınlar, kutuplaşma tariflerine sığmadıkları için de namevcut sayılıyorlar. Direnişçi başörtülü kadınlar arasında ununu eleyip eleğini asmış olma fotoğrafları verenler de var elbette. Hicap sahibi kadınlar hâlâ eskisi gibi gayret gösteriyor olsa bile mevcut durumu her açıdan savunmaya dönük söylemler tarafından bastırılıyor sesleri. Müslüman gençler de haklı olarak başörtüsünü tek sorun veya tek açıklama kılan mantığı sorgulamaya başlıyor.
Şimdi haksız yere damgalanan kim, kim günün geçerli damgalarıyla olmadığı biri gibi gösterilerek günah keçisi kılınıyor? KHK genellemeleri hangi masumların ekmeğiyle oynuyor, işçi cinayetlerini yazgı olarak sunan nasıl bir zihniyettir, kim sırf kendine ait bir sese sahip diye bir düşmanlıkla genellemelerin çuvalına tıkıştırıldı? Bugün yaşanan zaaf hallerinin sebebi geçmişin kötülüklerinde aranabilir, gelgelelim şimdilerde yapıp ettiklerimiz de geleceğin tarihi için kaynaklık teşkil edecek.