Hem biz, hem de millet kazansın!

Arkadaşlar, ne dersiniz?
Şöyle bir nefs muhasebesi yapalım mı?
Benim çocukluğum Fatih İtfaiyesi ile Gelenbevi Ortaokulu arasındaki, Hüsanbey ve Sinanağa Mahallelerinde geçti. Akşemsettin İlkokulu’nda (Şimdi 29 Mayıs İlköğretim Okulu adını aldı) ve İstanbul İmam Hatip Okulu’nda okudum.
Çocukluğumda buralarda bahçeli evler vardı. Cemile’nin Bahçesinde erik, incir ve ceviz ağaçları arasında, suyu çekilmiş kuyu vardı. Burada mahallenin çocuklarıyla, saklambaç oynardık, plastik topla maçlar yapardık. Mors veya çizgi misket oynardık.
İtfaiye’nin önünde toprak sahada, amatör küme takımlarından Çırçır Kulübü’nün maçlarını seyrederdik. Ramazanda itfaiyecilerin toprak zemine dikip, imsak vakti fitilini ateşledikleri topun, 70-80 metre yükseklikte patlamasını zevkle izledikten sonra, koşarak evimize gider ailemizle iftar ederdik.
Babalarımızla Fatih Camiine teravih namazına giderdik. Arka saflarda birbirimizi dürterek birkaç rekât namaz kıldıktan sonra, avluya çıkar çimenlikteki fundalıklar arasında, saklambaç oynardık.
Cami avlusunda 3 tekerlekli ve daha sonraları iki tekerlekli bisikletleri, yarım saati 25 kuruştan kiralayarak binerdik. Yazları Kumkapı ve Yenikapı’ya giderek yüzerdik. Biraz daha profesyonelleştikten sonra, Sirkeci Harem hattında sefer yapan, arabalı vapurların yan tarafındaki tentelerin üzerine çıkıp, denize balıklama atlamasının hazzını nasıl unuturum. İmam Hatip Okulu ortaokul bir, ikinci sınıfa gitmeye başladığımda, yazları mahalleden arkadaşlarla Beykoz Çayırına gidip, iddialı mahalle maçları yapardık.
Devre arasında serinlemek için rıhtıma yanaşan Şehir Hatları vapurlarının ikinci katına çıkıp, boğazın serin sularına balıklama atlayıp serinlerdik ve maça devam ederdik.
Hele bir seferinde mahalleden Rahmi isminde arkadaşımızın sağ el bileği, maç esnasında düşerek kırılmıştı. Hemen cebimizdeki 25-50 kuruşları toplayıp; Desoto taksiyle bir kaç arkadaşımız Rahmi’yi Haydarpaşa Hastanesi’ne götürmüştü. Geriye kalanlarımız yaya olarak Beykoz’dan Haydarpaşa Hastanesine gidip, arkadaşımızın kolunu sardırdıktan sonra; hep birlikte yayan Kadıköy iskelesine gitmiştik. Ancak paramız kalmadığı için turnikelerden görevlilere gözükmeden, vapura binip Karaköy’e geçmiş oradan yine yayan olarak Fatih’e gitmiştik.
Kışın Şehzadebaşı’nda Kulüp, Yeni Sinema, Güneş, Şehzade sinemalarına, Halıcılardaki Renk ve Zevk sinemalarına, Malta’da Taç, Karagümrük’te Hakan sinemalarına giderdik. Yazları Haydar ve Yavuz sinemalarına veya Unkapanı’ndaki Bulvar yazlık sinemalarına gidip, gazoz içme, frigo dondurma yemenin hazzı zihnimizde, tadı bugün gibi damağımızda…
İstanbul İmam Hatip Okulu ortaokul son sınıfından itibaren, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)’ne gidip gelmeye başladım. Merkez Ortaöğretim Komitesi Tiyatro bölümünde Rahmetlik Nusret Özcan, Şevket Demirkaya, Yaşar Şadoğlu, Ayhan Yılmaz ile çalışmalara başladık.
MTTB’de gecelerde, İmam Hatip Okulunda da “Biz bize geceleri”nde skeçler oynardık. Milli Gençlik Geceleri’nde, Çanakkale’de 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Merasimlerinde, Fetih Gecelerinde mitinglerde haykırırdık:
Biz biz Fatihlerin nesliyiz…
Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın
Müslüman Türkiye…
Kahrolsun laik diktatörlük…
Ülkemizi iyiye, doğruya ve güzele kavuşturma sevdasına tutulmuştuk…
Laikliği dinsizlik olarak algılayan sisteme karşı canımızla, mâlımızla her şeyimizle mücadele etmeye and içmiştik…
Filistin’deki, Filipinler’deki, Eritre’deki, Moro’daki, Azerbaycan’daki Müslüman kardeşlerimiz için yüreğimiz yanardı…
Sen oradan kıracaksın zincirleri, ben buradan; bir mutlaka kavuşacak ellerimiz diye haykırırdık uluslararası müstekbirlere…
Siyonist Yahudileri, telin etmek için Şişli Camii önünde buluşup:
“Kahrolsun Siyonistler… Siyonist İsrail Filistin’den Defol” diye haykırırdık.
ABD Diktatörlerinin emriyle Siyonist Yahudi ile Camp David’de uzlaşan, Enver Sedat’ı Galatasaray Lisesi önünde, protesto edip haykırırdık:
Kahrolsun Firavun Sedat!
Filipinler’de Müslümanlara zulmeden Ferdinand Marcos’a karşı İstanbul Valiliği önünde haykırırdık: Katil Marcos! Moro’dan Defol!
Sultanahmet Meydanı’nda Fetih Mitinginde avazımız çıktığı kadar bağırırdık:
Adil Düzen kurulacak elbet… Zincirler Kırılsın, Ayasofya Açılsın!
Hani mâlımız, canımız Allah yoluna fedaydı?
Ne oldu bize arkadaşlar?
Dünya makamlarına ne çabuk aldandık…
Üç günlük ömür için, koltuklara değer mi?
Bu makamlar seninle kabire gelecek mi?
Nedir bu makamlara zebun olmanız?
İnsanlara tepeden bakmak da ne demek?
Daha dün sen de meydanlarda değil miydin?
Sen değil miydin Allah için her şeyimiz feda olsun diyen…
Bu kadar basit miydi davan?
Bir koltuğa sattın davanı…
Nereden geldi bu koltuk sevdası?
Kimden bulaştı bize bu hastalık?
Beraber söylemiyor muyduk Üstadın Sakarya şiirini:
“İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.”
Haydi arkadaşlar!
Silkinelim ve gençliğimize, ideallerimize dönelim…
Üç günlük dünya için ahiretimizi yakmayalım…
Koltuklar sizi esir almasın, siz koltukları esir alın…
Halka hizmet, Hakka hizmettir düsturuna dönelim…
Dönelim ki…
Hem biz kazanalım hem de millet kazansın…

Mahmut Balcı kardeşime Allah’tan rahmet diliyorum

11 Ocak 2019 Cuma namazı öncesinde, vaaz verirken kürsüde kalp krizi geçirerek vefat eden, Sevgili dostum eğitimci yazar Mahmut Balcı kardeşimin taksiratını affedip, cennetiyle mükâfatlandırmasını yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Rabbim ailesi fertlerine ve sevenlerine sabırlar versin.