Helal haram, selam sabah

Bir açıdan böyle: Yanlış anlaşılan bir yığın mesele var ve samimiyetsizlik diz boyu. İstikrarlı ilerleyen söylemlerden yoksunuz. Birbirimize benmerkezci olmayı öğretiyoruz, diğerkâmlığı ve tevazuu değil. Sivri, keskin, can alıcı cümlelerle iflahını keserek konuşamaz hale getirmeye çalışıyoruz rakip bildiklerimizi. Öylesine acı çekmiştik ki geçmişte, sonsuzca birikmiş bir alacak listesine sahipmişiz gibi hesap kitap yapıyoruz. Konuşmuyor, tartışmıyor, muhasebeye girişmiyor, çekişiyoruz. Bariz hataların sebebi hep başkaları, hep öteki taraf. En yüksek sesle meydan okuyanı en haklı sayan telakki yüzünden sesi duyulamayanların sesi kulaklarımıza erişemiyor artık. Tutarlı olma kaygısını çoktan unuttuk. Çelişkilerle dolu olmasını irdelemeye gerekli görmediğimiz, konjonktürel hesaplara bağımlı bir antiemperyalizmimiz var. ABD sanki bir yıl, iki yıl içinde kötücül, entrikacı, zalim, ikiyüzlü ve güvenilmez müttefik oldu.

Çevre meselelerinde eleştirileri olan her insana hain/işbirlikçi muamelesi yapmak erdemli yaklaşımları paranteze almaya sevk ettiği için, farkına varmasak da kalbimizi yoruyor. Kanaatlerimizi paylaşmayan herkesi hain ilan ettiğimizde ise gerçek hainler kayboluyor ortadan. Hasım listemizde yer edenlerin kötü şeceresi ve biriktirdikleri öfkenin dışavurumunda kendini belli eden nefret, çirkinlik, insaf yoksunluğu, kendi zaaflarımızı ve hatalarımızı bağışlatabilirmiş gibi bir rahatlığa teslim ediyoruz zihinlerimizi. İnsanları özeleştiri yapmaya çağırırken kendi hatalarımızı telaffuzdan sakınıyoruz. En hassas anlarda her zaman çok mu adil yargılarda bulunduk? Gezi olayları sırasında “Polis aşırı şiddet kullanıyor” diye yazdığımda sosyal medyada çirkin suçlamalara maruz kalmıştım. Birkaç ay sonra hükümet yanlısı bir gazete, “Gezi’de polis aşırı şiddet kullandı” diye manşet attı. Bu manşet, “FETÖ’cülük” artık hükümetin hedefinde olduğu için atılabildi. Oysa Müslüman her zaman yanlış ve haksız davranış ve uygulamalara itiraz etmekle mükellef. Hangi konumda olursak olalım her zaman doğru olan şiddet karşısında savunmasız zayıfı korumak olmalı. Hicabı başkasına dayatma, kendi bakışlarına indirmekten uzak durma hali türlü sebeplerle olağanlaştığı için de sürüyor utançlarımız.

Adalet arayışı içindeki bilinçlere en ağır gelen, haksızlıkları sıradanlaştıran çaresizlik hissi. Siyasette gerçekleşenleri yorumlamakta yetersiz kaldığımız, bakışımız bize sunulan sahnelerle de sınırlandığı için, her şeyin giderek kötüye gittiğini düşünmeye meyyaliz. Ne de olsa ekranlarda ezber cümlelerle konuşan nice konjonktürel analist kısa bir süre öncesine kadar bambaşka sözlerin şiddetli savunucularıydı. Aptal yerine konulmak elbette tatsız bir duyguya yol açıyor. Beri taraftan, geniş kitlelerin ekran günübirlikliği mantığını aşan bir muhasebeyi gerçekleştirdiğini fark etmemek için de insan içine çıkmıyor olmak lazım.

İrfan ehlinden olmaya çalışan kişi olguları sürekli yeniden okumakla mükellef; gurur meselesi yapmadan, kibre kapılmadan. Anadolu’nun yüzlerce yılın tecrübesiyle süzdüğü bilgelik, başkası açısından bakabilme kavrayışını öne çıkarıyor.

Başka bir söze, başka bir duruşa alternatif iyileştirme ve barış tekniklerine ihtiyacımız var, birlik, beraberlik, dayanışma adına. Haksızlık yapan biri kendi, cemaatimizden diye korunup kollanmamalı, hataları örtbas edilmemeli. Farklı siyasal görüşlerin getirdiği hasımlık kendi söylemlerini tahkimi sağlayacak atölye ortamı misali karşılanmalı; toplumsal bünye başka türlü güçlenemez. Bir itirazı, sorusu, endişesi olan herkes FETÖ’cü değil holiganların hemen yaftalamaya hazır olduğu üzere, zaten anlı sanlı FETÖ’cüler ya uzaklara kaçmış ya da içeride bir şekilde kendilerini garanti altına almış durumda. Darbe girişimi sonrasının bedelini ödeyenler çoğunlukla garibanlığın FETÖ çatıları altına ittiği mustazaflar; bunu bir kere böyle görmek ve buradan bir genel ilke oluşturmak gerekmez mi artık?

Bir taraftan ise elbette öyle: Müminsek umutsuz olmaya ve insanlara umutsuzluk telkin etmeye hakkımız olamaz, ancak umudu hak edebilmek için özeleştiri ve muhasebeden geri durmamamız gerekiyor. Müslüman Dünya olarak kendi içimizde oluşturacağımız sağlam dayanışma platformlarıyla tutunabiliriz Allah’ın ipine ve zaten bunu yapamıyorsak dünyanın mazlum halklarına nasıl bir sözümüz olabilir ki… İslam dünyası başka türlü bir uyanış içinde kabuğunu kırmaya çalışıyor, bunu görmek gerekiyor. Batı istediği gibi borç alalım diye yalvarmamızı sağlayamıyor artık. İsrail’in dokunulmaz olduğu efsanesi çöküşe geçti. Kudüs’ün başkent olarak kabulüyle ilgili hamle bu nedenle sadece Trump’a mal edilmemeli, Trump o denli mütehakkim bir siyasetçi değil. Biz birlik olmaya başladığımız için ABD bölgede yeni çatışma alanları açmaya çalışıyor.

Türkiye, emperyalizme karşı duyarlı, vicdani hassasiyetleri gelişmiş bir topluma sahip. Küreselleşme tarafından yutulmak istenen hayat tarzı özelliklerimize sahip çıkarak küreselleşmenin işgallerine karşı gerçek bir direnişe katılabiliriz. Helalle haramı ayırma hassasiyeti olmadan sürdüremeyeceğimiz bir direniş bu. Bu noktada siyasette ortaya çıkan kutuplaşmayı her şeyin sonu gibi gösteren felaket tellallarına kulak tıkamak gerekiyor.

Türkiye her zaman zorlu çatışmaların mücadelesine sahne oldu. Chantal Mouffe’nin dediği gibi, siyasette yaşanan yorum kıtlığını, kamusal alanın mevcudiyetini iktidarın bertaraf edilmesine bağlayan (Habermasçı) müzakereci model şablonunda aramak gerekiyor.  Neticede bu model şablonuna dayalı hareketler de kendi içlerinde sekter yapılar oluşturmaktan geri duruyor değiller. Kutuplaşmanın sebep olduğu toplumsal zafiyet başka türlü nasıl aşılır, bu yönde yeni bir söylem nasıl kurulur… “Aydın” gündemi her zaman vuku bulan yeni olaya göre yeniden tarif etmekle mükellef değil midir?

Sanat gibi siyaset de her zaman hayattan eksiltilmek istenen selamın peşinde/olmalı. Selamlaşma, aynı zamanda helal-haram sınırlarını gözetmek anlamına gelemediği için de sürüyor savaşlar. Biz selamı her durumda korumak, helal-haram hassasiyetini de gözetmekle mükellefiz; Kudüs perspektifi bizden bunu beklerdi, bekliyor.