Kültürünüzdeki durumun nasıl olduğunu bilmiyorum. Kültürümüzde hâlâ bir yerde yaşlı varsa ziyaretine gidilir. İtibar sahipleri de ziyaret edilir. Hasta ise, hele sormayın. Yaşlıların olmazsa olmaz birer hastalığı var. Ya da birkaçı. Tansiyon, kalp, bronşit, romatizma… Eh, Alzaymer amca da kafasına yerleşmemişse bin bereket. Sosyal medyalar, sabit veya cep telefonları varken, bu evde duran yaşlıların, mübarek kişilerin, hastaların evlerinde bulunması kadar doğal bir şey olamaz. Alo deyip “müsait misin, ziyaretine gelecektim” diyemezler bizim ziyaretçiler. Hadi, arasalar bile, bu yaşlılar çok nazik, kimseyi reddetmezler. Yavaş bir sesle, “evet müsaidim” derler.
Bir arkadaşımın babaannesini hatırlıyorum: Komşusu haber vermeden gelmiş, kendisi mutfakta bulaşık yıkıyor. Pencereden komşusunu gördü mü sayıp savurmaya başlıyor: Tüh, lanet olsun, haber verseydi bari, aklına esti mi bize geliyor, onunla oturup uğraşacak vaktim mi var! Ardından birkaç küfür savurarak ellerini yıkıp kurutuyor, kapıya doğru gidiyor. Açınca, “Ay canım benim, can dostum, iyi ki geldin, tam seni düşünüyorum, keşke gelse de birlikte kahve içsek diyordum. Bir baktım, sokaktan bizim eve doğru geliyorsun!” Bir yandan bir nefeste bunu ağzından çıkarıyor, bir yandan da gelen misafiriyle sarılıyor. Üç dakikada öyle bir hava değişikliği galiba sadece bize özgü. Huyumuza da.
Bu yaşlılara bakan birine, kızına, gelinine, oğluna, torununa telefon açıp durumu sormak yokmuş gibi. Ayıp, yaşlıları, güçsüzleri, hastaları ziyaret etmek sevaptır, sünnettir. Ev dağınık mı, yaşlının yanındaki kişinin başka bir işi var mı o sırada, ziyaret edilecek kişi o anda uyuyor mu? Yok, ne uyuması, yaşlı insan gece uyusun, ziyaretçimizin boş zamanı olduğunda değil. Yemek mi yiyor? Ne yemesi, kim şu saatte hangi öğün yiyecek. Ben mesela ikide öğle yemeğini yiyorum da herkes öyle yapmalı. Acaba ziyaret edilecek kişi o ziyaret sırasında evde yalnız mı? Kapıyı nasıl açacak? Yaşlılar misafirlerine illa ki bir şey ikram ederler. Olmazsa olmaz bu. Hani, misafirinin kahvesini çayını pişirmek için mutfağa nasıl koşacak? Peki, bu ziyaret etmek istediğimiz sevap avcısı başını önüne eğip “Ah, ne biçim sorular. Ben Allah rızası için yaşlı birinin, hasta birinin ziyaretine gidiyorum. Canım ne çay ne kahve ister” diye beni azarlayacak. Canının ne çay ne kahve istemesi mümkün, fakat bizim kültürde misafire bir şey ikram edilecek. Ev sahibi hasta da olsa, yaşlı da olsa, yalnız da olsa, fakir de olsa, komada değilse illa ki bir şey ikram edecek. Ev sahibinin imkânlarıyla alakalı değil.
Çocukluğumdan hatırlıyorum, akşam evde ekmek olmalıydı. Beklenmedik kimse gelirse aç kalmasın. Evde her zaman makarna, patates, un vardı, bir şeyler yapacak kimseler vardı. Çoğu zaman biz, hane ehli, ertesi gün bayat ekmekleri yerdik. Kahve, çay, meşrubat, tabakta tuzlu bir şey, ondan sonra tatlı. Protokol gibi bir şey. Evim olunca böyle yapmayacağım derdim. Yemin edip etmediğimi hatırlamıyorum, fakat kefaret orucunu tutmadım. Yapıyorum. Ancak yaşlı, hele de çok yaşlı birinin böyle misafirleri karşılamasından yana değilim. Belki bu sevap avcıları da ziyaret etmek istedikleri kişiye ikramları hazırlayarak zahmet vermemek için önceden “müsait misiniz” diye sormuyorlar. Bizse misafirin gelmesinden haberimiz varsa, önceden hazırlık yapıyoruz, yoksa geldiğinde telaşa kapılıyoruz. Yaşlılar da öyle. Ben de birinin ziyaretine gittiğimde ev sahibi telaşa kapılıyor, bizi salonda bırakıp mutfağa giriyor, limonatayı getirene kadar bizim ayrılma zamanımız yaklaşıyor. (Hele de o kişi geleceğimiz günü, saati biliyor) Bunun da çaresine baktım… Eve girer girmez, selam verdikten hemen sonra, hal hatır soruyorum (cevap beklemeden daha çok gözlemliyorum, demezler bir şey) karnımız tok, kahvemizi içip geldik diyorum. Ev sahibimin mutfağa kaçıp orada oyalanmasını engellemek istiyorum. Yok, illa ki bir limonata ve tatlı ikram eder (bu arada tatlıyla pek aramız yok, bir de kilo almamak için yememeye özen gösteriyoruz). Daha sonra başımın çaresine baktım: Poşette bir sıkma meyve suyuyla gelip, hep birlikte içelim demek.
Asıl soruna geldim: Sünnet bahanesiyle, sevap kazanmak uğruna yaşlı birinin evine damlamak. Haber vermeden, izin istemeden. Burada başka bir şey unutulur: Sünnette yaşlı ziyareti var, doğru, fakat ev sahibi müsait değilse müsait olmayacağını söyleyecek. Ne ziyaretçi alınacak, ne de ev sahibi üzülecek. Hiç sorun olmaz. Hasta ve yaşlı ziyaretine giderken bir hediye getirilir. Taze meyve, meyve suyu, kahve, şeker, tatlı bir şey… Veya evde yapılmış bir yemek, belki yaşlı insanın canı çeker, iştahsız onlar. Ne yazık ki grip veya mikrop salgınları varken bile, milletimiz sevap toplama gayretine devam ediyor. Hastalığını, virüsünü, mikroplarını yaşlı insana bulaştırıp gidiyor. Salgının olduğu yerden çıkıp başka bir yere gitmenin sünnete göre yasak olduğunu unutuyoruz. Sonra, bu mikropları bulaştırdığımız yaşlının aile fertlerini arayıp “Ay, yazık, çok üzüldüm… Falanca ilaç verdiniz mi? Hani, sıcacık tavuk çorbasını versenize, limonlu olsun… Yok, şu bitki çayını veriyor musunuz? Yok, onun faydası olmaz, sadece bu. İşte, siz gençler nankörsünüz, büyüklere bakmıyorsunuz… Yaptığın yetersiz, güzelim, yedir annene babana şu yemeği” diye yaşlı hastanın yakın (ve genellikle kendisi de artık bir ayağı çukurda) ister kızına, ister gelinine ahlak dersini veriyor. “İştahsız, grip olmuş, bu yaşta virüsü kimin bulaştırdığını bir bilsem…” diyor karşıdaki ses. Tabii ki ziyaretçinin kimliğini, geldiğinde nahoş olduğunu hatırlıyor bu ses sahibi. Beyhude… Hediyelik mikrop getiren sevap avcısı nasihatlerine devam ediyor. Hep de sünnet, hep de sevap diye diye.
Tabii ki bu yazıyı sadece Saraybosna gündeminde olan bu grip salgınından dolayı yazmadım. Doksan küsur yaşındaki anneme bulaştırdıkları grip virüsünden değil yani. Bu yaşta bir grip maazallah, ölüm sebebi olabilir. Yine de ondan yazmadım. İzinsiz, sormadan, haber vermeden evimize, çevremize gelip farklı farklı vesvese, yalan, iftira, şüphe mikroplarını bulaştırarak, anlattıklarıyla biz yaşlı, biz hastaları boğdurup boş vakitlerini öldüren kişilerden dolayı yazdım. Sonradan bizi doğru yola getirmeye çalışacak olanlardan. Kabahat kimde? Ziyaretimize gelenlerde, yoksa müsait olmadığımızda alanımıza girmelerine izin veren bizlerde?