Hayatı gereğince yaşamak üzerine

Bir gün çocuklarımın haylazlıklarından şikâyet ederken annem gülümseyerek şöyle demişti bana:

“İkide bir ortopedi kliniğine girdiğin günleri ne çabuk unuttun? Dört yanın kırıklar içerisinde olurdu. Yüzünde hala o yaramazlıkların işareti olan üç iz taşıyorsun. En haylaz çocuğum sen değil miydin?”

Ona doğru ürkek bir bakış atmış, çocukluğumun bir sürü macerayla dolu olduğunu hatırlamaya başlamıştım. Evet, gerçekten asi ve zor bir evlattım. Babam bütün yaptıklarımı kocaman tebessümüyle sineye çeker, beni sevgiyle kucaklardı. Tehlikeli bir durum varsa yardıma koşar, sonra da konuyu unutturmak için elinden geleni yapardı. Peki, ben ne yapardım? Tabii ki daha tehlikeli başka maceralara doğru yelken açardım.

Bir gün kızımın odasına girdiğimde gördüğüm dağınıklık beni çileden çıkarmıştı. Üstelik o gün okula da gitmemişti. Gün boyu benim yaptıklarımla onun yaptıklarını kıyaslayarak başladım eleştirmeye. Bana ne dedi, bilir misiniz?

“Anne, acaba benim yaşımdayken kendi odan çok mu tertipliydi? Okula istisnasız her gün gidiyor muydun?”

Düşündüm de… Hiç öyle değildim. Odama her gün girip dolabımı ve elbiselerimi muntazam bir şekilde derleyip toplayan canım annemdi. Tıpkı benim kızıma yakındığım sözlerle onun da bana yakındığını hatırlıyorum. Nitekim okul konusunda da aynı şey söz konusuydu. Zaman zaman ben de okulu asar, kendime fazladan bir tatil günü armağan ederdim.

Anne babaların çoğu çocuklarını aradaki onca yaşı, onca tecrübeyi görmezden gelerek kendileriyle kıyaslama yanlışına düşüyorlar. Evet, bizler çok daha tahammüllüyüz, bir iş yapılacaksa muhakkak yapılacaktır. Zor da olsa, bıktırıcı da olsa bu böyledir. Ama bir düşünün, biz ne ara bu kıvama geldik? Yeni yetmelik çağlarımıza dönüp bir baksak orada kimi göreceğimizi sanıyoruz? Başkasını değil, bugün yakındığımız çocuklarımızın birer kopyasını göreceğiz.

Dışarıdaki işinden dönüp bir de evinde iş yapan annelere takdirle bakıyorum. Ev işlerinin kimisi dışarıdaki işten çok daha yorucudur çünkü. Yemek yapmak, temizlik, çocukların ödevlerine yardımcı olmak. Kendinden, kendi isteklerinden feragat ederek yapılır bunlar. Oysa aynı anne bir arkadaşına gidebilir, iki çift sohbet edebilirdi. Keza babalar da öyle. Ailesi için onurlu bir hayat, daha güvenli bir gelecek sağlama kaygısıyla durmadan çalışır. Bunlar elbette güzel şeyler ama hayat sadece bunlardan ibaret mi? Bunlar bizim doğulu alışkanlıklarımız olmasın sakın. Bizi hayatın gerçek güzelliklerinden alıkoyan bahaneler. Nitekim yaşlı kimselere pişmanlık duydukları şeyleri sorduğumuzda aldığımız cevap bunu göstermiyor mu? Hepsinin içinde kalakalmış ukdeler. Yaşanabilecekken hep ertelenmiş, bir türlü yaşanamamış anlardan geriye kalan hayıflanmalar.

Evet, yaşlılara sorun. Ömürlerini toplumun ve geleneklerin omuzlarına yüklediği görev bilinciyle kaskatı geçirmiş, ziyan etmiş olduklarından şikâyet edecekler. En küçük bir itiraz göstermeden üstelik. Mümkün olsa, bir daha aynı hayatı yaşama fırsatı verilse ihmal ettikleri sevgiyi çocuklarına, eşlerine, bütün sevdiklerine bolca sergilemeyi taahhüt edecekler.

Bir çırpıda yenip tüketilen ancak hazırlanması uzun ve zorlu süreçler isteyen o geleneksel yemekler için harcanan vakitlere, bu uğurda dökülen tere, sarfedilen emeğe üzüldüklerini, geri gelmeyen sağlığa ve güzelliğe yazıklandıklarını göreceksiniz.

En çok pişman oldukları şeyinse çocukları büyürken onlarla gerektiği gibi ilgilenmedikleri olduğunu işiteceksiniz. Görevler, gerekler, bitmeyen meşguliyetten dolayı… Ödevlerini, evdeki işlerini az ihmal ettiklerinde çocuklarına nasıl da çarçabuk öfkelendiklerini hatırlayıp gözleri buğulanacak. Görevler, gerekler ve meşguliyetler ömürlerini hatta ruhlarını tamamen kemirip gitmeden çocuklarıyla daha güzel günler geçiremediklerine ah vah edip duracaklar. Bu manzaraya tanık olacaksınız.

Evet, ben de onlar gibiydim. Görevler ve gereklere kilitlenmiştim. Ev… İş… Çocukların dersleri… Temizlik… Zorlu geleneksel yemekler… Örnek bir ev halinin bunlardan geçtiğine inanıyordum. Şimdiyse bundan pişmanlık duyuyorum.

Çocuklarımız büyüyüp evlerini terk etmeden onlarla kaliteli vakit geçirmeye çabalayalım. Bırakalım mutlu olsunlar. Bırakalım biraz dağınık olsunlar. Bırakalım arada bir tembelliğin keyfini çıkarsınlar. Küçük ya da “eşek kadar” olmaları önemli değil, onları sevgiyle kucaklayalım. Her ne yaparlarsa yapsınlar yanlarında durduğumuzu onlara hissettirelim. Hatalarını bile gerektiğinde sevelim. Onları geleceğin liderleri olarak hayal edelim fakat çocukluklarını çalmadan yapalım bunu.

Bize gelince… Kendimizle daha barışık yaşayalım. Spor yapalım, kendimize bir hobi edinelim. İçimizde yarın pişmanlık duyacağımız bir ukde bırakmayalım. Kendimize vakit ayıralım. Yarın emekli olduğumuzda, çocuklarımız büyüyüp yuvadan uçtuğunda bizimle kalacak olan işte bunlar!…