Bir süre önce işimi yitirdiğim zaman endişelendiğimi ve bundan mütevellit çeşitli rahatsızlıklar yaşadığımı iyi hatırlıyorum. Fakat kısa zaman geçmeden çok daha iyi maaşla ve çok daha iyi şartlarda yeni bir iş bulmuştum. Bu sayede kendi şirketime daha fazla zaman ayırabilecek duruma gelmiştim. İşimi yitirdiğim için yaşadığım endişenin yersizliğine sonradan üzülmüş, Allah’a gerektiği şekilde hüsnü zan gösteremediğim için pişman olmuştum.
Bununla beraber Bolu Belediye Başkanı’nın Suriyelilere yapılan yardımı kesmesinden dolayı şaşırmadığımı, dahası üzülmediğimi söylemeliyim. Yapılan iş elbette çok kötü. Fakat şöyle bir baktığımızda bu yapılanın durumu müsait olmayan Suriyelilere pek tesir etmeyeceğini söyleyebiliriz. Müslümanlar olarak iman ettiğimiz ilahi takdire göre “Rızıklar Allah tarafından takdir edilir.” Rızık kapılarından birisi üzerimize kapanırsa bir diğerini açacak olan da yine Allahu Teâlâ’dır.
Bu bağlamda bir de gayrımüslimlerin “Sen bu âleme ne verirsen sana kat be kat geri döner” felsefesi vardır. Buna göre sevgini verirsen seni misliyle bulur. Elindekini verirsen yine sana karşılığı muhakkak gelir. Kötülük de böyledir. Kötülük yaparsan yine sana kötülük olarak geri döner. Yurtdışındaki zenginlerden bir kısmının hayır faaliyetlerine yönelmesinin altında yatan sır da budur. Nitekim karşılığını – bu da bir çeşit reklam olduğu için – fazlasıyla alırlar.
Biz Müslümanlar da mesela sadakının malı çoğalttığına inanırız. Oysa şeklen bakıldığında sadaka malın girişine değil, çıkışına işaret eder. Fakat meselenin hakikati öyle göründüğü gibi değildir. İşte bu nedenle o belediye başkanı isterse elinden geleni ardına koymasın, Suriyeli fakir ailelerin rızkını kesecek güce sahip değildir. O sadece bir kapıyı belki bir süreliğine kapatabilir fakat diğer kapılar açık kalmaya devam edecek, rızık sahibini bulacaktır.
Türkiye’ye geldikten kısa zaman sonra Arnavut asıllı bir Türk yazar bana şöyle demişti: “Suriyeliler acaba farkında mı? Bazı Türklerin onları pek sevdiği söylenemez.” Oysa bu gerçek değildi. Aksine Suriyelileri sevmeyen Türklerin sayısı pek azdı. Aynı durum Suriyeliler için de geçerli. Türkleri ve hatta bazı Suriyelileri sevmeyen Suriyelilerden söz ediyorum. Bu gerçekle yüzleşmek durumundayız.
Bazıları tarafından sevilmiyor olmanın faydaları da var. Kendini yalnız hissedersen daha fazla çaba gösterirsin. Ayrıca insanlara değil, Allah’a bel bağlarsın. Bu da seni daha güçlü kılar.
Türkiye’deki seçimleri en çok izleyen kesim Araplar oldu. O sıralarda yapılan Arap Zirvesi’ni değil, buradaki seçimleri takip etmeyi tercih ettiler. Çünkü kalplerinde Türkiye sevgisi vardı. Türkiye’nin AK Parti zamanında göstermiş olduğu kalkınmayı takdir ediyorlardı. Biliyorlardı ki, bu seçimler sadece Türkiye’yi değil, bütün bölgeyi hatta dünyadaki gelişmeleri etkileyecek öneme sahipti. İşte bu nedenle Arap Zirvesi hiçbirimizin ilgisini bile doğru düzgün çekmeyi başaramadı.
AK Parti’nin Araplara göstermiş olduğu sevgi ve ilgi, Türkiye’nin gösterdiği hızlı gelişme seyri karşılıklı güven ve ekonomik işbirliği imkanlarını da beraberinde getirdi. Arap yatırımcılar Türkiye’yi mesken tutmaya başladılar. Ciddi bir sermaye akışı sağlandı. Daha önce Körfez bölgesinde faaliyet gösteren birçok Suriyeli işadamı da işlerini Türkiye’ye taşıma kararı aldı. Bazı Arap ülkelerinin Türkiye’ye bilhassa besledikleri kinin altında bu durum yatmakta.
Suriyelileri Türkiye’den kovmayı kendilerine vazife edinmiş muhalif siyasetçilerin akıl edemedikleri bir gerçeğe parmak basmış olalım. Bu tür baskılar artarsa ülkeden ilk çıkacak kimseler zengin Suriyeli işadamları olacaktır. Bu çıkış bir domino tesiri gösterecek, peşinden diğer Arap yatırımcılar Türkiye’den çekilmeye başlayacaktır. Cebinde parası olana “gel” diyeni bulmak hiç de zor değildir.
Muhalif siyasetçilerin akıl edemedikleri şu: Bu baskılar ne kadar çoğalırsa çoğalsın ekonomik açıdan yetersiz durumdaki Suriyeliler Türkiye’yi asla terk etmeyecek. Çünkü zar zor tutunmaya çalıştıkları bir hayatı bırakıp yeni bir başlangıç yapacak kadar ne sermaye birikimleri, ne de buna cesaret edebilecek öz güvenleri mevcut. Kaldı ki cani Esed rejimi halen Suriye’de bulunduğu sürece bu insanları kimsenin yerinden etme lüksü yoktur ve de olamaz. Gerek ABD, gerekse diğer Batılı devletlerin bu konuda parmağını oynatmadığı, oynatmayacağı da âşikâr vaziyette.
ABD’nin ve diğer Batılıların önem verdikleri tek gerçeği Türklerin iyi bilmesi gerekir. Onların isteği zayıf bir Türkiye, zayıf bir Arap coğrafyası. Ancak bu şekilde bizi sömürmeye devam edecekler. Türkiye’nin 15-20 yıl önceki vaziyetine dönmesi, Arap halklarıyla irtibatını kesmesi için ellerinden geleni yapıyorlar ve de yapacaklar.
Yine Türk kardeşlerimizin bilmesi gerekir ki, Araplar zayıf veya korkak değiller. Darbelere, Batı’nın hizmetkarı hükümetlere ve zulme rıza göstermiyorlar. Hâlen direnmeye devam etmeleri bunun en büyük delilidir. İkinci Arap Baharı’nın dalgaları Libya, Cezayir ve Sudan’dan kopup gelmeye başladı bile. Bütün Arap coğrafyasını Batı’nın işbirlikçilerinden temizleyene kadar bu direniş sona ermeyecek. Bugünlerde ne yaşanırsa yaşansın, zulüm devam etmeyecek ve zafer halkımızın olacak.
Suriyelilerin ve Arapların şu an Türkiye’de bulunması Allah’ın takdiridir. Bu durumun asıl etkisi halkımız ipleri eline aldığında, Türkiye ile olması gereken bağlar kurulduğunda görülecektir. Araplar olarak bilmemiz gereken; ABD ve Batılı devletler nezdinde eşit insanlar olarak görülmüyoruz. Seküler, liberal veya İslamcı; Hristiyan hatta Yahudi bile olsak durum bu. Bu nedenle herkes safını seçsin. Batı’nın yanında duranlar onların ancak hizmetçileri olacaklar. İşleri bittiğinde tarihin çöplüğüne atılacak kimseler de işte bunlardır. Dahası, kendi halkları tarafından lanetle anılacaklardır.