Halep’in mahcup kuşları

14 Aralık 2016. Gece yarısı. Ne geçmiş ne de gelecekle ilgisi var bu yazının. Tam şu anla, gecenin şu saatiyle ilgili. Sürekli yeni haberler geliyor, görüntülü ve görüntüsüz yardım çığlıkları. Eski Halep’in küçük bir mahallesine sıkışıp kalmış yapayalnız bir halk, etraflarındaki çember an be an daralırken son bir kez dünyayı yardıma çağırıyor. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, harabelerin oyuklarında, bulabildikleri sığınaklarda, birkaç cadde öteye kadar gelmiş bulunan düşmanın bağırıp çağırışlarını duyabiliyorlar artık. Bu halleriyle, Haçlılar kılıçtan geçirmeden biraz önceki Kudüs ahalisine benziyorlar, bu halleriyle Budin’de bir gecede katledilen 20 bin Osmanlı Türküne. Biliyorum, öyle olmasın diye Halep’in toplaşılmış son mahallesini savunanlar şimdi son kurşunlarını atıyorlar. Biraz zaman kazanabilirlerse, sabaha sağ çıkacakların kaderi değişebilir, diye düşünüyorlar. Küçük bir umut, içinde kurtuluş olan herhangi bir haber kulaktan kulağa, harabeden harabeye tıpkı kurşunlar gibi hızla yayılıyor. Ama çember de daralıyor an be an, barbarların bağırışları açık seçik duyulabiliyor artık. Çocukların, annelerinin kucaklarından başka gidecek yerleri yok, toz toprak içinde annelerinin kucağına sığınıyorlar…

15 Aralık 2016. Gecenin öbür yarısı başlayalı henüz yarım saat bile olmadı. Ama ben şu birkaç satırı yazarken, Halep’in bir mahallesine sığınmak zorunda kalmış insanlar dakikaları sanki bir asırmış gibi yaşadılar. Dünyanın bir mahallesine sıkıştıklarını, kaçacakları hiçbir yer kalmadığını, bir katliam için hazırlık yapıldığını onca haykırmalarına rağmen, çember daralmaya devam ediyor çünkü. Artık mahalle mahalle değil, ev ev duyuyorlar ölümün sesini. Kendinden geçmiş barbar mangalar, ölenler ölmeden önce de yeterince ölsün diye vahşi böğürtüler çıkarıyor. Karanlık gece, rüzgârın taşıdığı cesetlerin kokusuyla ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Yarın, rüzgâr bu kokuların içine, henüz dünyadan göçmüş çocukların saçlarından savrulan korku tozlarını da katacak. Çocukların korkuları havaya karışınca, Halep’in üzerinden uçan kuşlar, mahcubiyet duyarak, hızla terk edecekler şehrin göğünü. Bir süre, hangi yöne gideceklerini şaşıracaklar, semada bir yerde donup kalacak bakışları. Sonra birkaç top sesi daha duyacaklar ve sayısız kurşun sesi. Tuhaf bir şey olacak, çok tuhaf bir şey, birden topluca karar vermişçesine şehre dönecek hepsi. Kanatlarını öldürülmüş çocukların yorgun ruhlarına takacaklar…

15 Aralık 2016. Saat gecenin biri. Henüz bir harabeye dönmemiş olan Halep’i düşünüyorum. Beni birkaç günlüğüne misafir eden, kalesinden baktıran, eski kapalı çarşısının dar sokağından geçiren, kokularını koklatan, tatlılarından tattıran, camilerinde dua ettiren Halep’i. Ve şimdi, bana mahcubiyet veren şu rahat koltukta, şehir ahalisinin katliama hazır hale getirildiği mahallenin yerini hayali bir haritada işaretlemeye çalışıyorum. Kalenin hangi tarafına düşüyor acaba, eski çarşının ne yanına. Ve çember biraz daha daralıyor. Kudüs’ten, Budin’den, Grozni’den, Srebzenitsa’dan tanıdığımız bir çember bu, çok iyi tanıdığımız hem de. Çemberin içinde kalanların çığlıkları ne kadar da benziyor birbirine. Kadınlar ve çocuklar, önceki kuşatmalardan taşınıp getirilmiş gibi. Onları savunanlar da öyle. Ellerinde kalan birkaç mermiyi paylaşıyorlar, kucaklaşıp vedalaşıyorlar silah arkadaşlarıyla, şahadet getiriyorlar. Artık hiçbir yerden yardım gelmeyeceğini biliyorlar, bir avuçlar zaten. Bir avuç ve yapayalnız. Sabahleyin, barbarların gösterisi için sağ kalanların çemberden çıkmasına müsaade edilse bile, mahalleyi savunanların pek çoğu bu kederli kurtuluşu hiçbir zaman göremeyecek. İçlerinden bazıları o anı görmemek için, özellikle gövdelerini kurşunların karşısına dikecek…

15 Aralık 2016. Daha sabaha çok var ve ben utanç içinde, bir katliam gecesinin hayali notlarını tutuyorum. Bir çemberden bahsediyorum ama o çemberin içinde değilim. O silah doğrultulmuş çocukların gözlerindeki dehşetli korku asla anlatılamazken, hiçbir kelime anlatılmasına yanaşmazken, kalkmış imkânsız olanı deniyorum. Oysa bu tasvirlere hiç gerek yok. On binlerce insanın, öldürülmek kastıyla sıkıştırıldığı mahallenin yerini işaretlemeye hiç gerek yok. Bir barbar sürüsünün vahşetini gösterebilmek için betimleme yapmaya gerek yok. Bir katliamı bir katliamın kendisinden başka hiçbir şey olduğu gibi gösteremez. Şimdi, şu anda yaşanmakta olan büyük umutsuzluk, zulüm ve acıyı, katliam çemberinin dışında duran biri sadece haber verebilir. Bu aynı zamanda tarihe düşeceğimiz, hiçbir şekilde yoruma açık olmayan bir kayıttır: Halep’te bir mahalleye sıkıştırılmış ve ölüm çemberinin içine alınmış on binlerce insan, barbar bir silahlı gücünün önüne diş kirası olarak bırakılmış durumda. Bir an, dünyanın her tarafının karartılıp, yalnızca Halep’in kuşatılmış mahallesinin aydınlatıldığını hayal edin. Orada gördüğünüz dünyanın en gerçek görüntüsüdür…