Suriyelilerin mülteci konumuna düşmeleri önceden doğru olduğuna kanaat ettiğimiz pek çok kavramı değiştirdi. Bilmediğimiz veya unuttuğumuz pek çok kavramı da yeniden gündeme getirdi.
Suriyelilerin göç ettikleri ülkelerde kazandıkları başarıları araştıranlar üniversite diplomasının en büyük etken olmadığına tanık olacaklar. Belki de kazanılan başarılarda ikinci ya da üçüncü sırada rol oynadığını görecekler.
Bu başarılarda en büyük pay, mesleki birikime ait. Dışardan gelen birisi olarak içine girdiği yeni topluma en iyi uyum sağlayan da bu birikime sahip kişiler. Bu birikim, aynı zamanda istikrar anlamına geldiği için proje üretmede ve gerekli vasıtaları kullanma noktasında son derece başarı sağlıyorlar. Birikimleri onları atılgan ve kendine güvenen bireyler haline getiriyor. Yeni bir projeye girişmek onları korkutmuyor.
Reuters Haber Ajansının Suriyeli tacir Bessam Garavi ile yaptığı söyleşiyi ele alalım. Ülkesinde çikolata imalatı yapan Bessam, savaşla birlikte işleri de bozulduğu için göç etmek zorunda kalır.
Her şeye yeni baştan başlar ve Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de 25 milyon Euro yatırım yaparak üç ortağıyla birlikte yeni bir fabrika kurar. Bu yatırıma Macar hükümeti de 5 milyonluk bir destek sağlar. Üstelik vergi kolaylığı da sağlar.
Faaliyete geçen fabrika 540 kişiye istihdam sağlamakta ve yıllık 7500 ton çikolata imalatı ile Macaristan’ı dünyanın en büyük çikolata ihraç eden ülkeler listesine dahil etmektedir.
Kendisi Suriye’nin en köklü tüccar ailelerinden birine mensup olan Garavi, Paris’teki “Le Salon du Chocolat” gibi mesleğinde dünyanın önde gelen etkinliklerine katılmış ve onur ödülü almış birisidir.
Yüz sene evvelinde henüz Arap coğrafyası Batılılar tarafından işgal edilmemişken bizde mesleki eğitim veren okullar yoktu. Ama çarşıda, pazarda, bağda, bostanda verilen bir meslek eğitimi mevcuttu.
Geleneksel okullarda âlimler tarafından verilen klasik medrese eğitimi yanında bu da geleneksel bir eğitim metoduydu. Yeteneğini kanıtlamak isteyenler her alanda boy gösterebilirdi.
Çalışma isteğinin güzel tarafı, aybaşında veya haftalık olarak düzenli bir gelire sahip olmaktır. Boş işlerden uzaklaşıp bir fayda üretmektir. Hem eskilerin dediği gibi “Çalışmak insanı fakirlikten ve el açmaktan kurtarır.”
Aslında sorun bence modern eğitim sistemiyle birlikte başladı. Toplumsal ihtiyaca dönük bir eğitim yerine diploma almaya dönük bir eğitim sistemi ortaya çıktı. Bir iş için diploma sahiplerinin kıran kırana kapıştığı bir sistem bu. Oysa öncelik istihdam sağlamada olmalıydı. Girişimcilik ruhu teşvik edilmeliydi. Hiçbir toplumun sayısız miktarda doktor veya mühendise ihtiyacı yoktur. Ancak her toplumun esnaf, sanatkâr, tüccar ve çiftçiye ihtiyacı vardır.
Bir de yüksekokullarımız hiç de toplumsal açıdan doğru yerlerde inşa edilmiyor. Teorik bilgilerin verildiği yerler olarak bu bilgilerin tatbik alanlarına olabildiğince yakın olmaları da gerekir oysa.
Çekirdekten ticaret veya bir meslek öğretme geleneği, çok şükür henüz kaybolmuş değil. Körfez ülkelerinde aile şirketleri bu anlamda epey işlev görüyorlar. Kuşaklar arasında elden ele aktarılması gereken tecrübe böylece yerini bulmuş, kaybolmamış oluyor. Her anlamda bir kazanç bu.
Bütün bu yazdıklarımdan eski medrese sistemine özlem duyduğum filan çıkarılmasın lütfen. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, meslek edinmenin yükseköğrenim karşısında gördüğü haksız muamele. Üniversite okumak, meslek edinmek içindir zaten. Çocuklarımızı meslek edinme odaklı yetiştirmemiz gerekiyor, diploma odaklı değil. Diploma edinmenin meslek amaçlı olduğu vurgulanmalı. Ve çocuklar becerileri hangi alanda ise oraya yönlendirilmeli, kuru bir diplomaya değil.
Bu savaşın bize öğrettiği şey, “Mal da mülk de yalan” gerçeği. Ne ev, ne bark, ne mağaza, ne fabrika kalıyor elde. Elde kalan ne mi? Başarmaya odaklı bir yaşama azmi. İçine girdiğin yeni toplumun gerçeklerine uyum sağlama becerisi. Ve geçmişte yaşanan acılara takılıp kalmamak.