Güneşi balçıkla sıvamaktan vazgeçin

Günümüzü anlayabilmek için dünü iyi bilmek lâzım.

Yarınımızın iyi olabilmesi için de günümüzü iyi değerlendirmemiz gerekir.

Osmanlı Devleti’nin dönüm noktalarından ikisinden bahsederek, günümüze ve geleceğimize dair notlar düşmek istiyorum.

Osmanlı’nın gerilemesi

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, başarılı bir devlet adamıydı. Nitekim Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa, 1676 yılı sonlarına doğru Edirne’de vefat edince, Sultan IV. Mehmet tarafından Sadrazamlığa getirildi. 1681 Yılında Rusya’ya yaptığı II. Çehrin seferi sonunda Rusları yenerek Çehrin’i ele geçirdi.

Ruslarla imzalanan Bahçesaray Barış anlaşmasıyla, Dinyeper Nehri sınır kabul edilerek, Çihrin Osmanlıların egemenliğine geçti. Bu zaferden sonra Merzifonlu, Edirne’de yeni bir ordu teşkil ederek, kimi tarihçilere göre 173 bin kişilik bir orduyla, Viyana üzerine yürüdü.

Öncü Kuvvetlerden Kırım Tatar Atlı kuvvetlerinden 40 bin kişi Viyana’nın 40 km doğusuna ulaşınca; Hasburg İmparatoru I. Leopold 80 bin Viyanalı ile şehirden kaçıp, Linz’e gitti. 1. Leopold Papa’dan yardım istedi. Papa diğer Avrupa devletlerinden, Lehistan Kralı Jan Sobiyeski’ye kuvvet göndermelerini istedi. Lehistan Kralı Jan Sobiyeski bir rivayete göre 80 bin diğer bir rivayete göre 125 bin kişilik Haçlı ordusuyla, Viyana’ya yardım için yola çıktı. Bu arada Viyana kuşatması, 60. günü dolduruyordu. Şehir düştü düşecek vaziyetteydi.

Kral Sobiesky’nin ordusunun yaklaştığını haber alan Kara Mustafa Paşa, onların tek geçiş yeri olan Taşköprü’yü tutma görevini, Kırım atlı birlikleri Komutanı Murad Giray’a vermişti. Murad Giray, daha önceki Çihrin seferinde de, Merzifonlu komutasında savaşmıştı.

Murad Giray Han, Kırım Hanlığı’nın gücünü Osmanlı anlasın diye bir gurura kapılarak, Lehistan Kralı Jan Sobiyeski kuvvetlerine hiç müdahale etmedi. Hâlbuki köprüyü yıksa, destek kuvvetlerinin gelişi en az 2-3 gün gecikecek ve Viyana teslim olmak zorunda kalacaktı. Haçlılar ile Osmanlılar arasındaki savaş esnasında Uzun İbrahim Paşa’nın komutasındaki askerleri geri çekince, Osmanlı ordusu için yenilgi kaçınılmaz oldu.

Yani Viyana Kuşatmasında iki kişinin hatası, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün başlamasına vesile oluyordu.

Murad Giray Han’ın ‘Osmanlı, bizsiz savaş kazanamayacağını bir anlasın’ tavrı neticesinde sadece Osmanlı değil, Kırım Hanlığı da zarar gördü. Osmanlı’nın zayıflamasıyla birlikte daha sonraki yıllarda, Kırım Hanlığı da Rusların hâkimiyetine geçti.

Osmanlı’nın yıkılışı

Sultan II. Abdülhamid 1876-1909 yılları arasında padişahlık yaptı. Siyasi dehasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü, en az 30 yıl geciktirdiği hakikatini, günümüz insaflı tarihçileri kaydetmektedir. Sultan Abdülhamid’in politikalarını tasvip etmeyen ve ona karşı mücadele veren birçok kimse daha sonra, yanıldıklarını itiraf etseler de artık iş işten geçmiş, Sultan Abdülhamid tahttan indirilmiş, Selanik’e sürgün edilmiştir.

Ayan (Senato) üyesi Ermeni Aram Efendi, Draç Mebusu Arnavut Esad Toptanî, Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasso ve Arif Hikmet Paşa’dan oluşan bir heyet, Sultan II. Abdülhamid’e Hâl’ kararını tebliğ ile görevlendirildi. Heyetten Esad Toptanî Sultan’a şöyle demişti: “Biz Meclis-i Mebusan tarafından geldik. Fetva-i şerife var. Millet seni azl etti (görevden aldı). Amma hayatın emindir (güvencededir)”

Sultan Abdülhamid bu sözü şöyle düzeltir: “Zannedersem hâl’ etti (tahttan indirdi) demek istiyorsunuz. Pekâlâ, buna gösterilen sebep nedir?” diye sordu Abdülhamid. Heyetin okuduğu fetvanın ardından bağırarak sordu: “Ben hangi şer’i kitabı yakmışım?”

Abdülhamid, hâl kararını tebliğe gelen heyete şunları söyledi: “Ben 33 sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Rasülullah’dır. Bu memleketi nasıl buldumsa, öylece teslim ediyorum. Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım, bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular.”

Ve şu sözü ekleyerek salondan çıktı: “Bu memleketi benden sonra 10 sene idare etsinler, 100 sene idare etmiş sayacağım.”

27 Nisan 1909 ile Osmanlı’nın teslim olduğu 31 Ekim 1918 arasında sadece 9,5 yıl vardı ve ne acıdır ki, 10 sene gerçekten de tamamlanamamıştı. Abdülhamid hayattayken, karşı çıkanlardan birçoğu daha sonra pişmanlıklarını dile getirmişlerdir. Bir iki misal verelim:

Filozof Rıza Tevfik:
Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.

Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.

Dr Rıza Nur:
“Hürriyet imha edildi. Yeni bir zulüm ve istibdad dönemi başladı. Bu zulüm ve istibdad Abdülhamid’inkinden de İttihadçılarınkinden de dehşetli oldu. Zavallı Hamid kaç kişiyi asmıştı? Hiç… Hele hiç hırsızlık etmedi, hiç fuhuş yapmadı, hiç israfta bulunmadı. Bilakis memlekette bunların önüne geçmeye çalışmıştı. Bu devre bakınca insan, Abdülhamid aleyhine kıyam ettiğine utanıyor.”

Süleyman Nazif:
Padişahım gelmemişken yâda biz,
İşte geldik senden istimdâda biz,
Öldürürler başlasak feryâda biz,
Hasret olduk eski istibdâda biz.

Dem-bedem coşmakta fakr-u ihtiyaç,
Her ocak sönmüş ve susmuş, millet aç.
Memleket mâtemde, öksüz taht-u taç,
Hasret olduk eski istibdâda biz.

Gelelim asıl meramımıza…

Ak Parti’nin bazı uygulamalarını, ben de tasvip etmiyorum.
Amma ve lakin…
Erdoğan’ı insafsızca eleştirmek, bu dönemin kazanımlarını inadına görmeyenleri,
pervasızca ve haksızca eleştirenleri insaf ve edebe davet ediyorum.
Cumhuriyet dönemi boyunca horlanan, aşağılanan Anadolu halkı; Erdoğan döneminde ‘insan’ ‘vatandaş’ muamelesi görmeye başladı. Bu hakikati görmezlikten gelenler, güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktan vazgeçin!