Safları şık tutmaya çalıştığımız için tevazu bize rüküş geldi. Kibri, kat kat giyindiğimiz için adamlık üşüttü bizi. Konforun sıcağında terlediğimiz için alın teri, elimizin kiri oldu. Birbirimize sahip çıkmayı değil birbirimizin sahibi olmayı tercih ettik.
Enaniyet, ortaya konan nimetin iri kıyım tarafını sevdirdi bize. Şeytanın yürüyen ofisi olmak, bir tabutla servis edileceğimiz toprağı unutturdu hepimize. Ahkam kasabı olduk, ince ince doğruyoruz ama tatmadan tattırmayı seviyoruz nedense.
Kibrimiz elimizle beslediğimiz evcil hayvanımız. Egomuz tavan süsü. Koltuklarımız dilsiz kart vizit, ruh bineği hâline getirdik o portatif kaldıraçları. Küçük hesaplarımız için büyük hesap gününü unutmayı sevdik.
Neticede koltuğun ve size güzel çalan telefonlarınızın olduğu tabutlar icat edilmedi ama ölüm de iyiliklerimizin ve kötülüklerimizin dekore ettiği eşyalı ev değil miydi? Aynanın karşına geçip “kendini ne zannediyorsun” diye sormadığımız her gün başkasının ekranında zanlı yayın yapmaya başlıyoruz. Ki Hakikat zan etmez, bilir.
Kibir malzemeden çalan ve insanın ayağıyla beraber ruhunu da yerden kesen kötü bir müteahhittir. Vaat eder adamlığınızı inşaat halinde bırakır ve sizi pırıltılı taşlar içine istifleyip kaçar. Nefsinizin iştah şurubu kibre öğün atlamadan devam edersiniz.
Alçağız çok alçak! İnsan kadar yerin dibine çalışan varlık yok. Bunu niye söylüyorum. Çukurlardan çukurlara seyahat halinde olduğumuz için söylüyorum..
Önce bir vali gördük.
‘Birader sen kimsin’ diye herkesin içinde bir öğretmeni aşağılayan. Egosuna da vali atayın dediğimiz kimse. Kürsüden tavuklara yem veren ego şişkosu bir tavırla fırça atan kimse. En fazlasını istiyor aslında, beden dili dışarıda fazla susuz kalmış çöl kedisi gibi olduğundan ne istediğini anlıyorsunuz.
Hürmet görmek istiyor, pervane istiyor etrafında ki virane olduğu perdelensin. İşte makamların oyun hamuru olduğunu unutan su ve toprak karışımı çamurun geldiği durak bu. Durak diyorum çünkü bunlarla yola devam etmeyi seviyoruz(!) Halimiz Ah “valimiz” bu.
Sonra bir rektör gördük.
Yine hangi Kibir Üniversitesinde Alçak lisansınızı yaptınız diye sormak istediğim rektörlerden biri.
Öğrencilerinin önünde bir hocayı önce aşağılıyor sonra ‘dışarı çık’ diyerek silkelemeye çalışıyor. Silkelemeye çalıştıkça üzerinden dağılan o ham ahkam, o üstenci rüküşlükle ortalık toz duman.
Bu arada burası bir İlahiyat Fakültesi. Hani nefsimize ağız burun dalan fermanların yazıldığı, ayet ve hadislerin en görünür yerlere monte edildiği İlahiyat Fakültesi. İnsan işte ruhuna iyi çakılmamış olduğundan sallanan duvar çivisi gibi ayeti de hadisi de taşıyamıyor…
Son olarak en taze garabetimiz de bu sanırım. Güngören Belediyesinde bir fotoğraf görüyoruz.
Belediye Başkan Yardımcısı bir kibir fıçısı, orada çalışan bir kardeşimizi onu görüp ayağa kalkmadığı için cezalandırıyor, kardeşimizi hela kapısının önüne oturtuyor gelen geçene selam vermesini emrediyor.
Şimdi sadece organizması insana benzediği için kıl payı insan dediğimiz bu canlılar, bu bulaşık çer çöp saksıları bu kötülüğü saklama kapları ne yapmaya çalışıyor sizce.
Bu güftesi nefislerine, bestesi kibirlerine ait yürüyen kötü şarkıları kim dinletiyor bize.
Yahu sen o koltuğu alıp ahır kapısında beklesen bütün büyükbaşlar sana selam vermemek için yol değiştirir sen insanlardan bir bu kibirle bir de saygı mı bekliyorsun? Diye sormasak kalbimizde kir.
İnsan züğürdü olduğu şeyi tümden yok etmeye çalışıyor bunu sizinle anladım. Adamlığın züğürdüsünüz ve çenenizi yoracak her iyi hasleti, gömmeye çalışıyorsunuz işte.
Hep diyorum ve yazmaya devam edeceğim. Oy sandıklarını değil, adam sandıklarımızı konuşalım.
Ama gerçekten konuşalım olur mu? Öyle sinip bir köşeye bir arıza çıkmasın da arazi olmayalım korkusuyla sessize alınmayalım olur mu?
Zaferleri seviyoruz ama hezimetin hangi kalp kırığından geleceğini de unutmayalım olur mu?
Davasını bırakıp kibir sivilcesini patlatan geç ergenlik mahsülü canlılara da bir çift sözümüz olsun olur mu?
Kibir, makyajını silmeden yatmış ruhun yalancısıdır. Size övgüler fısıldayan dalkavuk bir uşaktır ama siz onu efendiniz yaparsınız.
Sizi öğüten bir plastik değirmen kibir, siz onun öğüttüğüne tav olursunuz da size öğüt veren kitabın sesini kısarsınız.
Kibir size önce sen der, beceriksiz bir garsondur kibir, kalıbınızı öyle döke saça sunar ki size, işe yaramaz olduğunu bile bile kapı önüne koyamazsınız.