Zaman zaman “dünyayı değiştiren adamlar” hakkında övgü dolu sözler duyacaksın. Dünyayı değiştiren adamların hayat hikâyelerini okuyacak, onlar hakkında albümler karıştıracak, belgeseller ya da filmler de izleyeceksin. Bütün bunları yaparken, büyük bir saflıkla dünyanın bazı adamlar tarafından değiştirilmiş olduğuna inanacaksın muhtemelen. Yine de bir hatırlatmada bulunmayı yararlı görüyorum: İçinde yaşadığın dünya, zaten dünyayı değiştirdiği söylenen adamların sana miras bıraktığı bir yer. Her Allah’ın günü orada uyanıyor, gazete manşetlerinden, haberlerden orada olup bitenleri takip ediyor, akşama kadar orada yaşamanın az ya da çok bedelini ödüyorsun. Herhalde bir cennette yaşadığını iddia edecek değilsin. Sen doğduğunda neyi değişmiş buldun öyleyse. Daha hızlı arabaların yapılmış olmasını, cep telefonuyla anında istediğin yere ulaşmayı ya da bir arama motoruyla bütün bilgileri elinin altında toplayabilmeyi değişmiş bir dünyanın işaretleri olarak görüyorsan vay haline! Çünkü bütün bunlar yokken de insanlar bir yerden bir başka yere gidebiliyor, birbirlerinden havadis alabiliyor ve pek çok bilgiye ulaşabiliyordu. Teknoloji sadece iyiliğimizi değil kötülüğümüzü de çoğaltır; hayvanımız hep iki kulaklıdır…
Demek dünyaya bazı adamlar gelmiş ve onu değiştirmişler. Niyeyse cümleyi kurarken Kartacalı Hannibal konuverdi aklıma. Afrika’dan çıkmış, fillerini soğuğa kırdıra kırdıra Roma’nın düzlüklerine varmış, o müthiş savaş dehası sayesinde ismini tarihe geçirecek birkaç zafer bile elde etmişti. Ama kader ondan değil, Romalılardan yanaydı. Bu uzaklardan gelen adam, ölmüş sayısız askerinin ruhunu Avrupa’da bırakmak zorunda kaldı. Demek bir de dünyayı değiştiremeyen adamlar var; hevesleri kursaklarında kalanlar, yıkımlarının sarhoşluğunu son bir zaferle ödüllendiremeyenler. İyi de Hannibal Roma’yı yıkmış olsa, tarihin su arkı bir başka yöne mi çevrilecekti zannediyorsun? Roma’yı ayakta tutan büyük makine bu kez de yeni efendinin emirlerini yerine getirmek için çalışıp duracaktı. Yeni yurtlar ve yeni vergiler için dünyanın şurasına burasına yapılacak seferler, büyük sarayın zevk ihtiyacını karşılamak maksadıyla toplanıp getirilen cariyeler, imparatorluk bürokrasisinin ayak kaydırma oyunları, daha kurnaz olanların memnuniyetle daha az kurnaz veya saf olanları eleğin altına düşürmeleri vs. Yazarken bile yoruluyor insan. Ve kalem şu notu düşmek için can atıyor: Bir zaferin şerefi, onun uğruna ölenlerle birlikte bir başka dünyaya göçmüştür. Geriye çoğunlukla aç kurtla kalır…
Vah vah vah; artık Godot’yu bekleyenler de kalmadı. Bak işte yeni bir bahse girmeye mecbur kaldık. Demek ki sadece dünyayı değiştiren ya da dünyayı değiştireyim derken hevesi kursağında kalan adamlar yokmuş, bir de dünyayı değiştirmesi beklenen adamlar varmış. Yani değiştirilmiş şu güzel gezegenimizden bir türlü memnun olmayıp, onu yeni baştan boyaması için tiyatrolarda, mabetlerde bin bir türlü edayla çağrılan başka türden kahramanlar. Bugün hep üzüntüme üzüntü katarak konuşuyorum! Üzülerek söyleyeyim, bu gelmesi hayal edilen nazlı kurtarıcılar da hayallerimizin bir ürünü olarak kalmaya devam edecek. Bir an öyle olmadığını, içlerinden birinin yeryüzümüze merak salıp çıkageldiğini de varsayabiliriz. Eğer aklı başında bir kurtarıcı ise, ilk yapacağı beklentilerimize şaşırmak ya da kahkaha atmak olacak. Nasıl şaşırmasın ve nasıl kahkaha atmasın; kendi yalnızlığının içinden çıkamayan onun kapısını çalacak; canı sıkılanlar onun kapısını çalacak; rakiplerini alt etmeyi beceremeyen siyasiler onun kapısını çalacak; hiç günah işlemeyenler ve her türlü günahı işlemiş olanlar da onun kapısını çalacak. Hülasa, üstüne düşen vazifeyi yerine getirmemiş kim varsa, kurtarıcısının huzuruna dizilip, kolayından bir kurtuluşla kurtulmayı dileyecekler. Ne hoş! Oysa kurtarıcılık, insanların zaaflarından beslenen büyük bir zaaf halidir…
İstersen sadede gelelim: İnsanlar başından beri dedikoducuydu, bundan böyle de dedikodu yapmaya devam edecekler; hesapçıydılar, hesapçı olacaklar; kan akıtmayı severlerdi, kan akıtmayı sürdürecekler; iktidar düşkünüydüler, iktidar düşkünlüğü hiç yaşlanmayacak; yalan söylerlerdi, yalandan kimse ölmeyecek; yıkarlardı, yıkımların tozu her yere yayılacak. Ama bir de ayın güneşe dönük yüzü var: İnsanlar eskiden beri doğurur, doğurduklarına merhametle sarılırlardı, yine doğuracak yine doğurduklarına öyle sarılacaklar; yardım ederlerdi, yardım eden elleri hep bir kapıyı çalacak; mülklerini paylaşırlardı, bazı mülkler bu zevki tadacak. Tıpkı gece ve gündüz gibi, iki yüzü olacak hayatın. Ve biz nefes aldıkça, her iki yüzüyle de yüz yüze geleceğiz. Tarih kitaplarına güvenebilirsin, dünya kıyametini yaşamadıkça değişmeyecek. O ki kıyametin ne zaman kopacağını bilmiyoruz, o ki dünya değişmeyecek, iyisi mi sen değiş! İşe dünyayı değiştiren adamlardan çok şey beklememeyi öğrenerek başlayabilirsin. Unutma, dünya değişmez, sadece el değiştirir…
Not: Arkadaşımız Ersin Çelik’in kızı Ecrin hayatını kaybetti. Çocuktu, dünyayı şöyle bir görüp cennete gitti. Ersin Çelik ve ailesine başsağlığı diliyorum.