21 Ocak 1994 günü Batman’da şehid edilen Gıyaseddin Uğur’u, Tevhid Dergisi’ni yayınladığımız dönemde birkaç kez görmüştüm.
Garzan’ın bu yiğit evladını yakından tanıyan bir arkadaşının kaleminden, sizlere tanıtayım istedim:
Zulmün üçgeninde bir şehit
Zulmün üçgeninde bir yiğit
Zulmün üçgeninde cesaretin âbidesi
Zulmün üçgeninde cesaretin bedeli idi onun şehadeti
Zahit, irfan ve bilge bir adamdı O’nun sadeliği…
Silahların gölgesinde okumak bir kültürdü, zalimler için
İrfanı entelektüel sahibi olmak, bir felsefe yapmaktı zalimler için,
Şimdi Kültür ve felsefe değil, şiddet ve silahtır çare diyenlere inat
Devletin resmi kolluk kuvvetleri şiddeti ve faili meşhurları, bir çare ve yöntem olarak geliştirdikleri; Militarist Kontra derinliklerin hâkim olduğu ve yönlendirdiği DAĞ’IN, silahlı dayatmasına aldırmayan cesaretin abidesiydi Gıyaseddin.
Derin mahfillerin hâkim güçleri “Ya kuzgun leşe, ya da devletten yana” tehditlerine aldırmadı.
Derin mahfiller bir zamanlar “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyorlardı… Bu politikayı sürdüremeyince “En iyi Kürt, birbirini öldüren Kürt” sürecini devreye soktular ve nice yiğitler kurban edildi.
“En iyi Kürt, birbirini öldüren Kürt” sürecinde, Allah sevgisi, aşkı ve korkusundan başka bir korku bilmedi.
Gıyaseddin bu hengâmede bir cesaret abidesi olarak, tavizsiz yolunu sürdürdü. Şiddete karşı çıkmak, şiddet yolunu tercih edenleri eleştirmek, hakkı ve hakikati haykırmak, her babayiğidin harcı değildi. Gıyaseddin, ‘Dağa itaat’ veya ‘şehre biat’ edilmediğinde, başına geleceklere karşı inatla ‘İhdina sırat el-müstaqıym’ diyerek; gece gündüz demeden; şehir, şehir, kasaba kasaba durmadan dolaştı.
Bu karanlık dönemde “Kimin eli kimin cebinde” bir “matruşka bebek gibi, bebek içinde bebek çıktığı günde” veya “Ali Cengiz oyununun” sergilendiği, şark kurnazlığının fink attığı o çetin çaresizlikte, bir işaret fişeği oldu Gıyaseddin…
Dalgalı denizlerde, yolunu kaybeden gemideki yolculara deniz feneri oldu Gıyaseddin.
Dağ ve şehirdeki şiddet sarmalı karşısında, şehadete giden bir yolcuydu Gıyaseddin.
Bir seher vakti, ezan sesi ile uyandı. Dünyanın sessizliğini ruhunda hissetti. Secde edenlere, saplanan satırlar gördü.
Ve hakikate karşı savaşan zebunlar ile savaştı.
Hayat bir damla su, İnsan denen bir varlık içinde.
Beşer diye bir varlık, dünya denen mekân içinde,
Yeryüzünü “cennet” sanma.
Âdem ve Havva gibi bir rüya içinde.
Tarihle randevulaştı “UĞUR”
Şiddetle sarmalanmış zulüm çemberinde.
Öteden kovulmuş İblis, ey seni zalim!
Hak cephesinde şehit düştü Habil!
Ve insanlığın katili Kabil!
İnsanlık özlemi, bir aşkındır ruhumda.
Filizlenir tohumu, sevgi ile sinemde.
Bir sözcükte gelişir, yol olur kalplerde.
Bir nakış işler, sır gibi o güzel sözlerde.
Bir duygudur kaplar, dertli sinemi.
İnsanlık özlemi dolar, bir sevda seli.
Bir kardeşlik tüter, ruhumda seni.
İnançla buluşur, bu insanlık özlemi.
Bir kahır tutar insanlığı, dünyanın rengi değişir.
Hakk yolunda yürüyenler, insanlık aşkı ile tutuşur.