Geri dönmeyen baba

Baba, Freud’u onca uğraştıran sancılı büyüme sebebi, aile ocağının sütunlarından biri, aynı zamanda kamusal bir güven sebebidir çocukları için. Erkek çocuk açısından baba nasıl bir erkek olabileceğiyle ilgili keşiflerin –aşılması gereken- sarp atölyesi, kız çocuğu için ise karşı cinsi tanıma ve tanımlamanın temsili.

Problemli baba ile problemli kamusal dil arasındaki bağ ise hiç dolaylı değil. Kuşkusuz hem kız hem erkek çocuk için ağrısı sızısı dinmeyen cerahatli bir bağ bu. Çekirdek ailedeki iş bölümünün özel/kamusal ayrımını aşan yeni seyriyle birlikte babanın oğul için modelliği gibi kız çocuğu için de kamusal dil güveni olduğuna ilişkin kalıplar yeterince açıklayıcı olamıyor. Mahremiyet kamusal alanı istila etti, evler eski evler değil, aile içinde kadın ve erkek arasındaki ilişki dengesi değişti. Belki geçmişte aynı düzen daha incelikli bir şekilde hakimdi hanelere: Çocuklarla baba arasındaki ilişkiyi annenin disiplininin düzene sokması daha bir belirginleşti, annenin de çalıştığı kentli çekirdek aile düzeninde.

Bu zamanda baba boşluğunun anlamındaki hiç değişmeyenleri kurcalayan çarpıcı filmlerden biri, Rus sinemasının başarılı yönetmeni Andrey Zvyagintsev’ın ilk uzun metrajlı filmi, 2003 yapımı “Dönüş”ü.

Anne ve anneanneleriyle büyüyen iki erkek çocuğun, Andrey ve İvan’ın babalarının 12 yıl sonra gelmesiyle değişen hayatlarını konu alıyor film.  Baba filmde belli ki beklenmeyendir, yokluğuna alışılmıştır da denilemez, hiç yoktur ve bunun sebepleri açık edilmez, daha doğrusu sebepleri bizzat babanın sergilediği kişiliktedir.  Çatı katında bulunan bir kutunun içindeki fotoğrafıyla tanıyor onu iki kardeş. Kuşkusuz babaları üzerine düşünmüş, fikir yürütmüş, onun eksikliğini hissetmişlerdir. Fakat tanıdıkları biri değildir. Sadece olması gereken niteliklerin yüklendiği uzakta bir babadır ve bir gün ansızın çıkıp gelmiştir.

Film iki kardeşten daha asi ve uyumsuz olan İvan’ın arkadaşlarıyla gerginlik yaşadığı bir sahneyle başlıyor. Yüksek kuleden denize atlaması gerekiyordur çocuğun, aksi halde korkak ve ödlek damgası yiyecektir. Arkadaşları ve ağabeyinin ısrarlarına rağmen İvan kuleden atlayamaz ve annesi gelip kurtarıncaya kadar kulenin başında yapayalnız kalır. Babanın yokluğunun oluşturduğu bir boşlukla aynı şey gibidir kapıldığı korku.

Arkadaş grubunun “ödlek” diyerek üzerine geldiği bir günün sonunda ağabeyiyle eve döndüğünde, annesi “onun” döndüğünün haberini verir.  Babaları onca yıl sonra çıkıp gelmiş, oğullarını bir tatile götürmek istemektedir.

Kaçırılmış ne çok fırsat, yaşanmamış ne çok sahne vardır! Kendini gösteren boşluk beklentileri de güçlendiriyordur kuşkusuz. Oğulların babalarıyla geçireceği ideal zaman maceralı bir tatil olabilir yıllar süren ayrılığın ardından.

Sosyal cinsiyet baskısı erkek çocukları aynı kalıpta yeniden yoğururken asi, sıra dışı ve hassas kişilikleri de işte böyle tırpanlıyor. Erkek olmak sokak eğitiminde bazen kuleden atlamakla ispat ediliyor bazen de gözyaşlarını içine akıtmakla. Daha kötüsü bugün sosyal medyada hakim olan ve kadın-erkek herkes tarafından paylaşılan küfürlü bir dil, bir tavır. Saldırgan, işgalci, egoist, kusuru hep başkasında arayan, başkasının rezilliğiyle kendini aklayan, özür dilemeyi yenilgi sayan kişilikler gökten zembille inmiyor. Tabiatımızın getirdiği kendimize has özelliklerimiz elbette var. Sosyal cinsiyet karşısında bu özelliklerimizin törpülenmesi veya öne çıkması yetiştiğimiz ortamın bir armağanı veya cezası sanki. Andrey ve İvan aynı aile ve sosyal çevre içinde yetişmiş iki kardeş. Aralarındaki tek konum farkı birinin ağabey, diğerinin kardeş olması.  Buna karşılık Andrey daha esnek, uyumlu, hevesli ve barışçıl. Uyumsuz ve asi İvan’ın zor kişiliği ise, dönüşü karşısında büyük heyecan duyduğu babasının soğuk halleri ve bencil tepkileri yüzünden hasıl olan öfkeyle açığa çıkıyor.  Hayal kırıklıklarıyla dolu tatil sürerken sorguluyor babasını bir yerde:

“Niye geldin sanki, biz annem ve büyükannemle gayet güzel bir hayat sürdürüyorduk!”

Kalbiniz benliğindeki baba varlığı çöküşe geçen İvan için sızlıyor, babasını hâlâ hayran ve ümitli bakışlarla süzen Andrey için de… Arada oluşan nasıl bir mesafe ve anlayış uçurumudur ki baba onu ilk kez gören evlatlarından tatlı bir sözü, hayallerinde yaşattıkları bir jesti esirgiyor? Yıllarca sürdürdüğü sağırlık elbet bir cevap, ancak insan benliği de ayakta kalmak için efsaneler kurmaya yatkın.

Yokluğunda inşa edilmiş onsuzluğun dengesinde yapıcı bir rolü vardı belli ki, kolektif baba figürünün rolüydü bu, yüceydi, orada olmasa bile belirleyici ve yapıcıydı, filmin metaforları açısından ise adeta Geri Dönen Mesih.  Dönüş, o yüce rolün temelden imhası olarak yaşandığı için de duyarlı ve öfkeli İvan, gerçekliği radikal bir şekilde yok etme temayülü sergilemektedir. Bir kavuşma yaşanmıyor, baba buna izin vermiyor. Sohbet etmiyor, duygusal göstergeleri umursamıyor. 12 yıl boyunca yüce değerlere saygıyla “orada” olan baba, çocuklarını “tatil” günlerinde bilmediğimiz bir sebeple bir paravan gibi kullanmaktan imtina etmezken sadece düşleri değil bir maziyi de yalana çeviriyor. Baba dengesinin paldır küldür bozulmasıyla gelen kolay hazmedilecek bir yıkım değil. İki çocuğun bu düşüşün göstergelerine veya zaten olmayan yüceliğin teşhirine tepkileri farklı oluyor. Ağabey sineye çekmeye hazır, bulduğuyla yetinebilir, iyiye yorabilir, küçük kardeş ise bulamadığının veya kaybettiğinin hesabını sormaktan vazgeçmeye niyetli gözükmüyor.

Geri dönen/dönemeyen babanın çocuklara karşı soğuk ve şiddete açık tavrı, taşıyan ve koruyan baba varlığının sorumluluklarının ihlaliyle birlikte nasıl da ceberrut, egoist ve sorumsuz bir mahiyet kazanacağını gösteriyor. Çığırından çıkarılan mesih imgelerinin modern devletteki tezahürü de hayal kırıklıklarının gizemli müphem sebeplerle, çeşitli mistifikasyon unsurlarıyla sürdürülmesi değil midir? Bilmediğimiz nedenler vardır hep, bir sürü yanlışlık ve istismar karşısındaki suskunluklar da bu bilinmeyen sebeplere bağlanır daima.

Kuşkusuz mit veya ikon bazen gerçekliğin yerini alırken gönderildiği vücudu da tanınmaz ve görünmez kılmakla kalmıyor, yaralıyor onu, sahih bir varlık imkanından mahrum bırakıyor. Soyut ve yüce baba bir türlü dönemediği için de geriye kalan ancak içler acısı bir babanın bitmeyen düşüşü ile katlanılmaz hale gelen tatil parodisi. “Dönüş” çok katmanlı bir film ve aileden kamuya, ebeveyn olmaktan devlete, birçok alanda üstesinden gelemediğimiz sorunları konuşurken atıfta bulunulabilecek birçok unsuru bulabiliyorsunuz katmanlarında.

Filmi hep temaları ve katmanları üzerinden ele aldım bu yazımda. Görsel başarısı olmasaydı zaten bunca inandırıcı olmazdı, diyaloglar, oyunculuklar ve katmanların dili. Sinematografik açıdan günümüz sinemasının en başarılı filmleri arasında olduğu söylenebilir rahatlıkla. Dahası, bütün cevapları hazır etmeyerek seyirciyi akışa katmasıyla ayrıca değerli bir film, yönetmeninin çekim sürecinde “Yüz kişi izlese de bana yeter” diyebilecek kadar güçlü bir inançla çektiği Dönüş.