Ömrünün büyük bir kısmını okuyarak okuduklarını da yazarak harcayan, edebi muhitlerde “en çok eser veren muharrir” unvanı ile tanınan Ahmet Mithat Efendi, 1844 yılında İstanbul’un Tophane semtinde fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası, pazarlarda bez satarak geçimini sağlayan Süleyman ağa, annesi bekâr işçiler için çamaşır dikerek eve katkıda bulunmaya çalışan Nefise hanımdı. Pederinin vefatından sonra henüz küçük yaşlarda Mısır Çarşısı’nda bir aktar dükkânında çırak olarak çalışmaya başlayan Ahmet Mithat, yeteneği ile kısa zamanda kalfalığa kadar yükselmiş, yaptığı macunlarla geniş bir müşteri ağı yakalamıştı. Çarşıda dükkân komşusu olan Hacı İbrahim sayesinde okuma yazma öğrenmiş, cüzi bir ücret karşılığında mektup göndermek isteyenlere yardımcı olmaya dahi başlamıştı.
Küçük Ahmet’in hayatındaki ilk büyük değişiklik; Niş Valisi Mithat Paşa’nın maiyetinde bulunan Ağabeyi Hafız İbrahim Efendi’nin yanına gitmesiyle gerçekleşti. Mithat Paşa’nın huzuruna çıkarılan Ahmet, zekâsıyla paşanın dikkatini çekti ve hemen Niş Rüştiyesi’ne kaydedildi. 5 yıllık okulu iki yılda birincilikle bitirdi. Mithat Paşa bu başarısından dolayı ona kendi ismini bir iltifat olarak bağışladı ve bundan böyle Ahmet Mithat olarak anılmaya başladı. Genç yaşta Fransızcaya da merak salan Ahmet Mithat yeni kurulan Tuna Valiliği’ne tayin edilen Mithat Paşa ile birlikte Rusçuk’a geldi ve burada memuriyete başladı. Ayrıca Hacı Salih Efendi medresesine yazılarak eğitimine de devam etti. Valilikte kâtiplik yaparken vilayetin resmi gazetesi “Tuna” ya amatörce makaleler yazan Ahmet Mithat bu arada hem okudu hem de Fransızcasını ilerletti.
Bağdat’ta garp eserlerini hatmetti…
İşini ve eğitimini birlikte yürütmeye çalışan Ahmet Mithat Efendi’nin az da olsa bir gece hayatı vardı. Yoğun tempoya dayanamayan vücudu sonunda iflas etmiş, hava değişimi için Ziştovi’ye gönderilmişti. Ailesi evlenmesini, hayatına artık bir düzen vermesini istiyordu. Ağabeyi ile bu nedenle arası bozulmuştu. Sonunda münasip bir eşle evlendirilen Ahmet Mithat Efendi, ağabeyinin yanından ayrılarak Tuna Nehri İdaresi Reisi olan Şakir Paşa’nın maiyetinde sandık emini olarak çalışmaya başladı. Bunun yanında Tuna gazetesinin başmuharrirliğini yapıyor, yazdığı makaleler ile İstanbul’daki okur yazar kesimin dikkatini çekiyordu. Üstelik kendisine İstanbul’dan yazarlık için cazip teklifler de geliyordu. Ancak o, Bağdat Valiliğine tayin edilen Mithat Paşa’nın isteği üzerine burada bir matbaa kurmayı tercih etti ve paşanın maiyeti ile Bağdat’a gitti. 1869 yılında Zevra adlı bir gazete çıkarmaya başlayan Ahmet Mithat Efendi, doğu düşünce dünyası ile daha yakından tanışma fırsatı buldu, entelektüel çevresini genişletti. Bir buçuk sene içerisinde bir İranlı âlimden Kur’an tefsiri okudu, meşhur ressam Hamdi Bey’in ( o yıllarda Bağdat’ta Yabancı İşler Müdürü idi) teşviki ile garp eserlerini okudu ve Fransızcasını burada daha da ilerletti.
Sonunda kendi matbaasını kurdu…
Ahmet Mithat Efendi’nin hayatının dönüm noktalarından biri de Basra Mutasarrıfı olan ağabeyinin vefatı idi. Bütün ailenin yükü artık onun sırtına binmişti. Önce tüm aileyi İstanbul’a göndermiş kendisi bir müddet daha Bağdat’ta kalmıştı. Bu arada Maarif Nezaretinin ilkokullar için açtığı kitap müsabakasına girmiş ve kazanmıştı. Maarif Nazırı Saffet Paşa’nın takdirini kazanan Ahmet Mithat, 1871 yılında ailesinin yanına İstanbul’a geri döndü. Artık yazarlıkla geçinebileceğini düşünerek Tahtakale’deki evini bir matbaa haline getirdi ve Letaif-i Rivayat serisindeki Suizan, Esâret, Gençlik, Teehhül, Gönül, Felsefe-i Zenan, Mihnetkeşân, Firkat isimli öykülerini basmaya başladı. Kitaplarını daha ucuza mal etmek için kâğıdını sırtında eve kadar taşıyor, kendisi diziyor, dağıtımını yine kendisi yapıyordu. Kitaplarının satışından geçinebilecek kadar para kazanamayan Ahmet Mithat Efendi, gelen teklifleri değerlendirmek zorunda kalmış, hem Basiret gazetesinde hem de resmi ordu gazetesi olan Cerîde-i Askeriyye’de yazmaya başlamıştı. Lakin yayıncılıktan asla vazgeçmeye niyeti yoktu. Gazete yazarlığından kazandığı paralarla matbaasını önce Asmalımescit’te bir hana daha sonra Bab-ı Âli’de büyük bir daireye taşıdı. Matbaasına Fransızca harfler de alarak işi iyice büyüttü.
1872 yılında Ahmet Mithat Efendi Basiret gazetesini bırakarak “Devir” adlı müstakil bir gazete çıkarmaya başladı. Ancak daha ilk sayısında “Meslek ve Vazife” başlıklı yazısı sakıncalı bulunduğundan gazete hükümet tarafından kapatıldı. Bunun üzerine yeğeni Mehmet Cevdet adına “Bedir” gazetesinin imtiyazını aldı. Muhalif siyasi fikirlerini şiddetli bir şekilde savunduğundan bu gazetesi de kapatılmış, aynı yılın Kasım ayında “Dağarcık” isimli bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Sadece on sayı çıkartılabilen Dağarcık dergisi, siyasi mülahazalardan çok felsefî problemlerin tartışıldığı, batıdan tercümelerin yapıldığı bir mecra olarak dikkatleri çekmişti. Dergide pozitivizm üzerine yazılar neşretse de Ahmet Mithat Efendi daima İslam’ı ön plana çıkartan ifadeler kullanmış, Kur’an’ın hükümleri dışında bir başka görüş taşımadığını ısrarla belirtmişti.
Sürgün yılları…
Dağarcık macerasından sonra Ebüzziya Tevfik, Namık Kemal gibi muhalif isimlerin yazarlık yaptığı İbret gazetesini idare etmeye başlayan Ahmet Mithat, Namık Kemal’in Gedikpaşa Tiyatrosunda sergilenen Vatan yahut Silistre eserinin temsilinden sonra ne olduğunu anlamadan 1873 yılında Rodos’a sürgüne gönderildi. Uzun süredir siyasetle uğraşmadığı halde böyle bir ceza alan Ahmet Mithat Efendi, kendisine reva görülen bu cezaya çok üzülmüştü. Lakin bu sürgün onun hayatındaki en verimli dönemlerinden biriydi. Bir taraftan İstanbul’da Mehmet Cevdet Bey adına “Kırkanbar” mecmuasını neşrettirip yazılar gönderiyor, “Kâinat” ismini verdiği bir umumi tarih yazıyor, Letaif-i Rivayat serisine devam ediyordu. Ayrıca çocuklar için yüz elli öğrenci kapasiteli Medrese-i Süleymaniye adlı bir okul kurarak tarihten coğrafyaya hesaptan alfabeye kadar birçok alanda dersler veriyordu. Sultan Abdülaziz’in tahttan azlinden sonra otuz sekiz aylık sürgünü sona eren Ahmet Mithat Efendi İstanbul’a geri dönmüş ve Tevfik İlhami Beyin çıkardığı “İttihat” gazetesinde memleketin siyasi ahvali ile ilgili yazılar kaleme almaya başlamıştı. Gazetede, yürürlüğe giren Kanunu Esasi’nin ne olduğuna dair halka açıklayıcı bilgiler veren Ahmet Mithat Efendi, 1877 yılında Takvim-i Vakayi Gazetesinin ve Matbaa-i Âmire’nin müdürlüğünü yapmış bir yıl sonra da Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’ni çıkarmaya başlamıştı. Sürgün hayatının etkisi olacak, Sultan Abdülhamit devrinde muhalif bir siyasi duruştan hep uzak kalmaya çalışmıştı. Hatta “Üss-i İnkılap” adlı eserinde Sultanın icraatlarını methetmiş, fikirlerini savunmuştu. Bunun mükâfatı olarak da 1889’da Stockholm’de toplanan Stockholm Müsteşrikler Kongresi’ne katılarak iki ayı geçkin bir süre Avrupa seyahati yapmıştı.
Öğretmen kürsüsünde vefat etti…
Dârülfünûn, Medresetülvâizîn ve Dârülmuallimât’ta tarih ve felsefe dersleri okutan ve sayısız konferanslar veren Ahmet Mithat Efendi, dilin sadeleştirilmesi yönünde fikirler öne sürdü, halkın konuştuğu dilin milletin dili haline getirilmesinin gerekli olduğunu ifade etti. 1896 yılı Haziran ayında Tercüman-ı Hakikat’te çıkan “Dilde Sadeliği İltizam Edelim” serlevhalı yazısından sonra çok eleştirilse de dilde sadeliği savunmaya hep devam etti. Yenileşme taraftarı olan Ahmet Mithat Efendi, çıkardığı gazetelerde sürekli olarak yeninin müdafilerine yer vermiş, eskiyi savunanları yanında barındırmamıştı. Hatta damadı olan Muallim Naci’yi de sırf bu nedenle gazetesinden kovmuştu.
Akıllara durgunluk verecek miktarda yazılar yazan, eserler yayınlayan, kitaplar çıkaran, Ahmet Mithat Efendi, emekli olduktan sonra Darüşşafaka’da gönüllü olarak öğretmenlik yaparken öğrencilerinin kollarında hakkın rahmetine kavuştu (1912). Eserleri ile halka okuma zevki yaşatan bu büyük müellifimiz Fatih Cami haziresinde yatıyor…