Gezip dolaştığım çevrelerde gençlerle sohbet etmeye çalışıyorum. İçlerinde öğrenciliğin değerine ve emeğin öğreticiliğine inananlar hiç az değil. Dürüst, içten ve kanaatkâr olan, ideallerinin peşinde gidiyor, yorulmayı ve özveride bulunmayı göze alarak. Biri akşamlarını mültecilere çorba dağıtmaya ayırıyor, diğeri sokakta bulduğu göçmen aileyi bir çatı altına yerleştirmek için etrafını seferber ediyor. Gecelerce uykusuz kaldıktan sonra sabah erkenden toplu taşımayla şehrin öteki ucuna doğru yola çıkabiliyor genç insan, bir cümle, bir kitap, bir açıklama veya uygulama peşinde. Büyük bir çaba içindeler ideallerine giden yolda. Fakat acaba bu çabalarına uygun bir iş bulabilecek, hak ettikleri alanda çalışabilecekler mi? Bu soru Özcan Ilıkhan’ın WisdomNet internet grubundaki bir yorumundan hareketle soruldu.
Kimi gençler ise tozsuz, tek kırışığı olmayan kıyafetlerle yürütülebilecek masa başı işler için bir keşfedilme arayışı zemininde oyalanıyorlar. Bir büroda yönetici, insan kaynakları müdürü, bilgi işlemci, tam yetkiyle donatılmış ve sık sık yurt dışı seyahatlerine çıkan proje veya satın alma müdürü vs. olmayı hayal ediyorlar. Biri onlara talimat vermesin, işi yokuşa sürmesin, uykusuz bırakacak bir dosya yüklemesin… Nasıl oluyor da üniversite mezunu olduğu halde üst düzey bir konuma getirilmediler ve hâlâ dizilerde izledikleri iş dünyasında kullanılan pahalı arabalara hatta şoförlere sahip değiller?
Yıllara yayılan bir yanılsama onlara hayatı işte bu çerçeveden sundu. Ergenlik halleri okul yollarında gençlik çağlarına karışıp uzadı otuzlu yaşlara. Sürekli değişen eğitim politikaları yüzünden bahçesi olmayan kalabalık okullarda veya bahçesi herkese açık olmayan korunaklı mekanlarda, velilerinin canını sıkmayacak muamelelerle ve yetersiz müfredat, hevessiz hocalarla eğitildiler. Teoriyi az çok bilseler de uygulama süreçlerini, stajları bir imzayla aşmış görünmeyi yeğlediler. Tabiatı da fabrikayı da tanımıyorlar, bir yerde çırak olarak çalışmadılar. Bilginin, gayretin, öğrenme heyecanının kişisel yorumla oluşturacağı liyakata değil, üniversite diplomasının her kapıyı açacağına inandırıldılar. Daha sonraki süreçte ise ellerindeki diplomalara rağmen hatırlı bir tanıdıkları, arkaları olmadıkça ideallerindeki işe alınmayacakları kanısına ulaştılar.
Tarım ve hayvancılıkta ithalata bağımlı hale gelmemizle kimi gençlerin yaşadığı umutsuzluk arasında bir bağ var. Kervan yolda düzene sokulur yaklaşımıyla oluşturulan bir kalkınma anlayışı yüzünden arka arkaya üniversiteler kurulurken, tarım alanları, köyler ve giderek de fabrikalar boşalmaya başladı.
TUİK raporunun da gösterdiği gibi gençlerin beşte biri işsiz ve iş bulma potansiyeline sahip olanlar ise yurt dışına, bir Batı ülkesine gitme arayışı içinde. Vasıflı, iyi yetişmiş gençler, sahip oldukları niteliklerle hak ettikleri bir konuma geleceklerine inanmıyorlar. İş görüşmelerinde dindarlığı ölçmeye matuf ama özünde siyasi bakışı test eder içerikte yöneltilen sorular, namazında niyazında gençleri de tedirgin ediyor. Mesleği alanında idealist ve seküler çevrede yetişmiş bir gencin işe alımlardaki benzeri soruların ardından İslami duyarlık sahiplerinin adalet ve hakkaniyet anlayışlarına güvenmesi beklenebilir mi? Beri taraftan, biçimsel bir dindarlık sorgusu ehliyet ve liyakatın göz ardı edilmesine yol açıyor ve böylesi bir sorgulamayla gençler ikiyüzlü olmaya sevk ediliyor. Namaz kılmayan, kıldığını söyleyebilir. Partili olmayan, işe alınacağını düşünerek partiye üye olmaya kendini mecbur hissedebilir. İstikbal korkusu içindeki genci riyakârlığa zorlayan sorularla daha ahlaklı bir toplum yapısı oluşturulamayacağını fark etmek nasıl bu kadar zor olabilir?
Emperyalizmin türlü tuzakları bizim cahilliği ve hamaseti hoş görmemizin, hukuksuzluğa ve torpilli işlere göz yummamızın, yolsuzluklara ve istismarlara kayıtsız kalmamızın açıklaması olamaz. Emperyalizm çevre protestolarına sızıyor diye gençler çevre istismarlarına karşı duyarsız mı olsunlar? FETÖ’cüler kışkırtıyor olabilir diye iş yerlerindeki işçi istismarları üzerine tek cümle yazılmasın, tek soru sorulmasın mı? Aliya’nın Özgürlüğe Kaçışım’da tasvir ettiği “taşra ahlâkı”nın savunma tarzıdır, “şeklî ahlâkîlik.” Gençlerimiz elbette fiziki olmayan bir taşranın kurallarının baskısı altında güdükleşmemek için bir hal çaresi arıyor. Kimisi şartlara boyun eğerken içtenliğini yitiriyor. Sadece muhatap olunan gence hakkı olana doğru yürüyüşünde yolunu açarak gösterilen adalettir kurtarıcı olan bu şartlarda. Ve elbette eğitim sisteminin büyük yanlışlarıyla yüzleşmek de aciliyet arz eden bir gereklilik.
Eğitim meselesini bu toplumun gerçekleri doğrultusunda temelden yeniden düşünmediğimiz takdirde, işsizlik kadar beyin göçünden de söz etmeyi sürdüreceğiz. Gençler üniversite mezunu olmaya değil de sevdiği alanda beceri kazanmaya yönlendirilecek şekilde eğitilmeli. Kuşkusuz bu yaklaşımın temelleri aile ortamında atılıyor. Ancak aileler de okullardan önce reklamlardan, dizilerden ve piyasanın rivayetlerinden etkilenerek tanımlıyor başarı ve mutluluk ideallerini.
Okulların bireysel varlığı bastırmayacak şekilde gerçekçi temellere sahip bir toplumsallık bilinci oluşturmasını sağlayamayan bir eğitim sisteminin ileri yıllara doğru çekiştirilip durulmasının kime yararı var sanki? “Pasiflik ve ihtiyatlı iyiliğin duvarlarına sindiği okullar”dan söz ediyordu İvan Agueli. Onun hayal ettiği gibi “okulu hayatın heyecan verici ışıklarına götürmek” ilk meselemiz olsa keşke.