Gelenekten modern hayata

Osmanlı toplumu gerek İslam dininin akidelerine gerekse kadim zamanlardan bu yana devam ettirdiği geleneklere sıkı sıkıya bağlı yaşamayı hiç düşünmeden tercih etmişti. Ancak uzun süre bu değerler sisteminden ayrılmayan toplum, çağın getirdiği modernleşme süreci karşısında bazı darboğazları da aşmak zorundaydı. Pratik çözümler üretmede gayet mahir olan insanımız bu süreci ilginç buluşlarıyla geçmeyi bilse de İslam ahlakı ile modern hayat arasında başlamaya yüz tutan kültürel çatışma giderek daha net bir biçimde kendini gösterdi.

Deniz hamamları

İstanbul’un plajları, insanımızın deniz ile hemhal olmayı tercih etmediği dönemlerde ıssız ve sakindi. Dolayısıyla sahil kesimlerinde bugün olduğu gibi rahatça denize girilebilecek tesisler de yoktu. Deniz hamamları, Müslüman toplumun modern hayatın sunduğu olanaklara karşı kamu ahlakına ters düşmemek kaygısıyla düşünülmüş ilginç bir buluştur. 19.yy ‘da ilk örneklerine rastladığımız bu yapılar, haremlik selamlık esasıyla milletin yüzme ihtiyacına cevap veren bir işleve sahipti. Kıyıya iskele ile bağlı, sahil bandının biraz uzağında kazıklar üzerine inşa edilmek suretiyle yapılan bu ahşap mekânlar eski İstanbul evlerini andırıyordu. Halk bu sayede evinde var olan mahremiyetini denizin ortasında da devam ettirme eğilimindeydi. İçerde yüzenlerin dışarıyı, dışarda dolaşanların da içerisini görmesi mümkün olmayan deniz hamamları, geleneksel ahlâkın modern yaşam üzerindeki tezahürüydü adeta.  Erkeklere ait olan hamamlar kadınlar için ayrılmış olan hamamlardan çok daha uzağa inşa edilir, inzibat kuvvetleri de küçük sandallarla her iki mekân arasında ahlak bekçiliği yapardı. Hamamlarda bir de çavuş bulunur genel düzene aykırı hareketlerde bulunanlar dışarı atılırdı.

19.yy’ın ortalarına doğru Kalamış, Bostancı, Salacak, Yeşilköy, Tarabya, Beykoz başta olmak üzere adalarda ve Boğaz’ın muhtelif yerlerinde yapılan deniz hamamları gündelik yaşama alışılmadık yeni bir eğlence türü katmıştı. Sosyal yaşamda henüz aktif olmayan kadınlar modern yaşamın sunduğu olanakları ürkek tavırlarla değerlendirmeye çalışmış, tıka basa dolu yemek sepetleri ve vücutlarının tamamını kaplayan ekserisi koyu mavi ya da düz renkte olan bol giysileriyle deniz hamamlarının cazibesine kapılmışlardı. Erkekler ise sadece iç donlarıyla denize giriyordu. Belden dizkapağı altına kadar uzanan bu donlar aslında gündelik hayatta kullanılan iç çamaşırlarıydı. (zaman zaman sahillerde görmek hala mümkün) İlk zamanlar mahalle hamamları ile deniz hamamlarını birbirinden ayrı görmeyip her iki aktiviteye de aynı giysilerle katılan İstanbullular, hamamda kese yapmak ile denizde yüzmenin farkını uzunca bir süre sonra anlayabilmişti. Ayrıca deniz hamamlarının hastalıklara şifa olduğu düşüncesi de kaplıcaların görevini deniz suyunun üstlendiği anlamına gelmekteydi. Bu durum geleneksel tedavi yöntemlerinin de çağa uygun olarak değişkenlik göstermeye başladığının açık bir işareti sayılabilir.

Görücü usulü evlilikler…

Birbirlerini daha evvel hiç görmeden, sadece aracılar vasıtasıyla gerçekleşen izdivaçların geçmişte çok yaygın olduğunu biliyoruz. Bugün artık neredeyse kimsenin düşünmediği görücü usulü evlilikler mazide kaldı. Artık aşk evlilikleri var…

Görücü gezmesi, yaşını başını almış kadınların hayatında hem ciddi bir aktivite hem de eğlenceli bir maceraydı. Oğlunu evlendirecek bir ailenin annesi, ninesi, halası, teyzesi, kız kardeşi, yengesi bir kafile misali evden çıkar, birkaç mahalle geçtikten sonra rastgele bir hanenin kapısını çalarak bu mahallede evlenecek çağda kız olup olmadığını sorardı. Eğer cevap olumlu olursa, kızın güzelliği, ahlakı, hamaratlığı ile ilgili ahiret soruları ardı ardına gelir, kapısını görücülere açan komşu pişman olurdu. Tavsiye edilen kızın evine giden görücü kafilesi mutlaka izzeti ikramla karşılanmaktaydı. Evlilik çağına gelen kızlar ise on beş on altı yaşlarından itibaren her an görücü gelecekmiş gibi hazırlıklı olur, baskınlara karşı evin her odasında muhakkak yedek bir kıyafet bulundururdu. Hal hatır sorma faslından sonra gelin adaylarının, kahve ikram etmesi,  görücüler otur diyene kadar da kapı ağzında ayakta beklemesi adettendi. Görücü hanımların kahveyi ağır ağır içip lafı uzatması evin kızını baştan aşağıya iyice bir süzebilmek içindi. Misafirler uğurlanırken el öpme faslında kızın vücudu daha bir yakından tanınır, ağzının kokup kokmadığı da kontrol edilirdi. Detaylı bir fiziksel inceleme elbette gelin hamamlarında yapılırdı.

Birkaç görücü kafilesinin gelip de beğenmediği kızlar ile ilgili yapılan dedikoduların mahallede hemen yayılması, genç kızlar için çok kötü bir durumdu. “Vücudu dev anası, ağzı leş, dişleri kazma, dili faraş “ şeklinde ithamlara maruz kalan kızların psikolojisi bozulur, bir kısmet gelip de evlenene kadar ailede huzur kalmazdı. İlk görücü tarafından hemen beğenilen kızların durumu da bazen dedikodulara neden olabiliyordu. Mahallenin koca karıları, kızın görücü usulü ile evlenmediği, sevdiği erkekle parklarda buluştuğu, hatta ondan hamile kaldığı bu yüzden de erkek tarafının kızı acilen istemeye geldiği gibi aslı astarı olmayan dedikodular ortaya atar, mahallede bu ailenin ifşa olmasına neden olurlardı.

Tanzimat ile birlikte yaşanan modernleşme süreci kadını içtimai hayatta eskisine oranla daha etkin hale getirdi. Cumhuriyet sonrası Batılı yaşam tarzının resmilik kazanmasıyla birlikte görücü usulü evlilikler yerini artık aşk evliliklerine bıraktı.

Dip Not: İstanbul’daki gündelik hayatın modernleşme karşısında yaşadığı değişimi edebi bir üslupla anlatan Ekrem Işın Bey’in “İstanbul’da Gündelik Hayat” (iletişim yay.1995) adlı kitabı bu konulara ilgi duyanlar için bir başvuru eseri.