Bir medeniyetin seviyesini belirleyen ilk göstergeler hapishaneler, hastaneler ve okullar olsa gerek. Tabii, saymaya devam edebiliriz: Şehir planları, evler, insanların birbirine davranışı, sokak çocukları…
Hapishaneler kuşkusuz çok daha önemli bir gösterge. Elinizin altına düşmüş insanların hangi şartlar altında yaşadığını zaman zaman düşünürsünüz, ancak onlar yüksek duvarların ardında görünmez oldukları için sürekli olmaz bu düşünce. Ağzı bozuk itici gardiyanlar, uğursuz koğuş ağaları, volta atılan avlular, huzursuz uykular, mahremiyetin ihlal edildiği kalabalık bir yaşama düzeni, tacizler… Haber ayrıntıları ve sinema yoluyla öğrendiğimiz hapishane böyle bir yer. Çok genel, çok zorba.
Şimdi oralarda neler olup bitiyor? Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nin hapishanelerde yazar söyleşileri düzenlediğini öğrenince hemen aradım ve katılmak istediğimi söyledim. Hüseyin Akın yıllardır bu doğrultuda çalışmalar yapıyormuş. Şakir Kurtulmuş ön ayak oldu ve neticede Maltepe Cezaevi Yabancılar Bölümü’nden bir grup mahkûmla bir araya geldik.
Bu şekilde bir ziyareti ilk kez gerçekleştirdiğimden, mesela “göz okutma” uygulamasını öğrendim. Dışarıdan çikolata veya kuru pasta götürmek istiyordum, o da mümkün olmuyormuş. Kitap götürdüm ben de…
Hapishane hayatı bir tür gurbet, bir de yabancı mahkûmsanız zaman daha da ağırlaşıyor olabilir burada. Biraz olsun anlayabiliyorum: 6 yıl yatılı okulda okudum. Aynı şey hiç değil tabii, hafta sonlarında kasabaya inebiliyor, geniş bahçede de her zaman gezinebiliyorduk. Yine de duvarlar ve sınırlanma hissi açısından insanın kendini mahkûmun yerine koymasında bir faydası oluyor yatılı okul tecrübesinin. Hatırlıyorum, eve dönüş tarihine kadar olan süre bazen karanlık uzun bir koridormuş gibi gelirdi; o koridoru ister istemez geçmek zorundaydınız. Hayatın ertelenmesi, dışarısına büyük anlam yükleme gibi bir sonuç veriyor. İçeride kalma süresi uzarken ise dışarıdaki hayata yabancılaşıyorsunuz. Bu yabancılaşmanın elden ayaktan düşüren bir engele dönüşmemesi için neler yapılabilir, bu soruya cevap aradık mahkûmlarla birlikte.
Söyleşi salonuna gelen mahkûmlar Türkçe bilen, az çok kitap okudukları belli kişilerdi. Atıfta bulunduğum isimlere aşina olanlar eksik değildi. Hapishane yıllarını atölye, kütüphane, okul, itikaf hücresi olarak değerlendiren ve hücresini de bir tür koza, yeniden doğuşun rahmi olarak şekillendiren kişiliklerden biri, Afro Amerikan Müslümanların kendilerini tanımlaması açısından büyük bir rol oynamış olan şehit Malcolm X. hapishanede sözlüklerin dünyasına açılarak düşünme evrenini genişletmiş. Bu konudaki tecrübesini şöyle özetliyor: “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa gidebileceği en iyi yer, üniversiteden sonra, hapishanedir.”
Maltepe Hapishanesi’nin çeşitli birimlerinde bu sözü ister istemez hatırladım, çünkü buraya gelirken geniş bir kampüsü olan Maltepe Üniversitesi önünden geçmiştik. Cezaevi bakımlı gerçi, aydınlık, pırıl pırıl; yöneticiler bir hayli özenli. (Keşke bütün hapishaneler bu şekilde aydınlık olsa, özellikle çocuk hapishaneleri… Pozantı Cezaevi şimdi ne durumda acaba?) Her şekilde, insan iki yazgı fotoğrafı arasındaki uçurumu oluşturan sebepleri düşünmeden edemiyor. Kendimizi şartların boyunduruğuna teslim etmememizi gerektiren bir bilinemezliği var geleceğin. Bulunduğumuz ortamı en iyi nasıl değerlendirebiliriz? Söyleşi arkadaşlarıma vatanımdan, ailemden ve arkadaşlarımdan uzak olduğum yıllarda kitapların nasıl elimden tuttuğunu anlattım. Okumak, yazmayı da getiriyor. Aralarında şiir yazanlar vardı. Babası Kürt, annesi İsviçre’li Memis, bize Türkçe yazdığı şiiri okudu. Bosnalı Asmir, kitap düşkünü mahkûmlardan biri. Koğuş kalabalığı yüzünden ihtiyaç duyduğu okuma saatleri için erken yatıp erken kalkma yolunu izliyor. Suriyeli Musab, Türkmen kökenli. Türkmenlerin tarihi üzerine araştırmalar yapıp metinler kaleme aldığını söyledi.
İş, mekanı yeniden biçimlendirir. Anlamını dönüştürür, yeniden tanımlar. Tercihe şayan da kılar; Hz. Yusuf’un hikayesi bize anlatmıştı.
Hindistan bağımsızlık mücadelesinin etkili ismi Gandi üzerine bir araştırma yaparken, hapishanede kullandığı çıkrıkla ilgili 6 Kasım 2013 tarihli, bir haber çıktı karşıma. İngiltere’nin Shropshire kentindeki bir müzayede evinde satışa sunulan çıkrık, bir koleksiyoncu tarafından 80 bin dolara satın alınmış. Gandi bu çıkrığı 1930’larda hapsedildiği Pune/Yerwada Cezaevi’nde kullanmıştı. Aynı çıkrığı 1935’te Amerikalı din adamı Floyd Puffer’a veren Gandi, hapishane günlerini iplik eğirerek geçirdiğini, bunun kendisine iç varlığının imkânlarına yoğunlaşma konusunda büyük yararı olduğunu söylemişti.
Dedem (babamın babası), 1970’lerde ağaç kestiği için bir ay hapis yatmıştı. Kimsenin inanmadığı bir suçtu bu, köylüler hep ağaç keser ve yasak tanımları –mekân ve dönem bağlamında- sürekli değişir. O, kaza namazlarını kılmıştı hapiste, öyle hatırlıyorum. Bir koğuşun kalabalığına ve ıssızlığına dayanmak için kendinize özgü ayrı bir planınız olmalı, bunun anlamı, hayattan dışlanmamayı mümkün kılan tutkuyu canlı kılmak. Sözünü ettiğim bazen özgür olduğu düşünülen insanların da mahrum olduğu, düşünme ve eylemeyi mümkün kılan tutku.
“Yaşam, onu inşa etmediğiniz sürece; yaşamın seyri özgürce kavranmadıkça, bir hapishanedir” diyor Negri, “Sürgün” kitabında (Monokl). Hapishane ve sürgünün içinden yapılmış bir tespit onunki; tıpkı Aliya’nınkiler gibi: Gizlice tuttuğu notlardan söz ederken Aliya, “Bu zihnî ve fikrî kaçışın tek kaçış şekli” olduğunu belirtiyor Özgürlüğe Kaçışım’ın önsöz yazısında.
Afgan mahkûm Kasım Muhammed, Muhsin Mahmelbaf’ın önemli bir yönetmen olmasının arka planında yer alan okuma ve yazmayla geçen hapis yılları tecrübesinden çok etkilendi. Dabbaşi’nin Mahmelbaf ile yaptığı söyleşi kitabını alıp kendisine iletme sözü verdim.
Zaman iyi değerlendirildiğinde size hediyelerini takdim ediyor. Yalınlık yoğunlaşmaya yardımcı olmaz mı? Atölye çalışmaları olumlu tutkuları açığa çıkarmanın fırsatı, daha sonra Hapishane Müdürü Ziya Baytam ve Kurum Öğretmeni Nilgün Uyar’la da konuştuk. Söz sözü açıyor, orada gelişen bir şeyler mekânı genişletiyor, zamanın sabrını artırıyor. Özgürlük üzerine düşünmek, kendi kendimizi hapsettiğimiz zindanların farkına varmak için hapishane bir şekilde gündemimizde yer tutmalı. Yabancı mahkûmlar hele, iki türlü gurbetin öğrenci ve öğretmenleri; öyle geldi bana.