Fransa’yı Karıştıran Büyükelçi “Seyyid Ali Efendi”

Fransızlar 1534 yılından itibaren İstanbul’da daimi bir temsilci bulundurmaya bilhassa önem verirken, Osmanlılar Paris’e elçi tayin etmek yerine siyasi meseleleri müzakere etmek için sadece sefaret heyeti göndermekle yetinmişlerdi. Sultan III. Selim devrine gelindiğinde ise devletin içinde bulunduğu duruma paralel olarak Avrupa’daki başkentlere elçiler atanmış, 1796 yılında Paris’e de Moralı Seyyid Ali Efendi gönderilmişti.
Fransa yolculuğu başlıyor…
1757’de doğduğu düşünülen Seyyid Ali Efendi aslen Moralıydı. Rumca ve Fransızca bilen Ali Efendi’nin küçük yaşlarda İstanbul’a geldiği ve maliye kaleminde yetiştiği biliniyor. Devletin çeşitli bürokratik makamlarında çalıştıktan sonra III. Selim’in saltanatı döneminde üç yıllığına Paris elçiliğine atanan Ali Efendi, henüz kırklı yaşlardayken on sekiz kişilik maiyetiyle Fransa’ya gönderildi. Gitmeden evvel İstanbul’da Fransız elçiliğinde bir nevi staj diyebileceğimiz kısa bir devre geçirdi, davetlere katıldı ve elçiyle sık sık vakit geçirerek Fransızcasını geliştirmeye çalıştı.
Seyyid Ali Efendi, bir İtalyan gemisiyle on iki gün süren yolculuğun ardından ulaştığı Marsilya’da önce uzun sayılabilecek (36 gün) bir süre karantinada eşyalarıyla birlikte bekletildi (salgın hastalık tehlikesi nedeniyle). Bu süre zarfında Fransız yetkililer kendisine çok iyi baktı. Karantinanın bitmesiyle birlikte her gece bir davete katılan Ali Efendi, Marsilya’da yoğun bir ilgiye mazhar oldu. Tabi bu durumun yaşanmasında doğudan gelen gizemli bir misafire duyulan merakın yanında o sıralarda Fransa ile Osmanlı arasındaki dostluğun da önemli bir payı vardı. Osmanlılar ihtilalden sonra Fransa’ya karşı kurulan ittifaklara katılmamış ve bu zor süreçte Fransızların tahıl ihtiyaçlarını karşılama noktasında önemli bir kaynak vazifesi görmüştü (Napolyon’un Mısır Seferi iki devlet arasındaki dostane ilişkiye darbe vurdu).
Paris sosyetesinin gözbebeği…
Marsilya’dan Paris’e türlü nümayişlerle gelen Seyyid Ali Efendi ve maiyetinin ikamet etmesi için Monaco Prensinin binası tahsis edilmişti. Elçimiz gelir gelmez ayağının tozuyla bir taraftan Fransız Hariciye Bakanı Talleyrand ile görüşürken, bir taraftan da merak ettiği Paris’i gezmeyi ihmal etmedi. Ali Efendiyi Paris sokaklarında herkes takip ediyordu. Onun namaz kılışı, çubuk içişi, bilhassa kıyafetleri dikkat çekiyordu. Elçimiz ise herkese karşı kibar ve nazik davranıyor, samimiyet gösteriyor, etrafındakilere sürekli ikramlarda bulunuyordu.
Ali Efendinin devlet nezdinde kabul töreni Lüksemburg Sarayı’nda gerçekleşmişti. Debdebeli bir alayla saraya gelen elçi ve maiyeti, gayet süslü sırmalı bir kumaşa sarılı çekmece içinde Sultanın mektubunu yetkililere burada teslim edecekti. O gün tüm Paris yollara düştü. Lüksemburg Sarayı bayrak ve çiçeklerle süslenmiş, tören merasimini merak eden halk sarayın önünde toplanmıştı. Burada III. Selim’in mektubu Directoire reisine büyük bir tazimle takdim edildi. Karşılıklı nazikçe konuşmaların ardından kabul töreni sona erdi. Ali Efendinin konağına geri dönüşü de yine geldiği gibi muhteşem oldu.
Paris’te geçirdiği bir aylık süre içerisinde hal ve hareketleriyle tüm halkın merakını cezbeden Ali Efendinin ikamet ettiği konak, kendisini görmek isteyenlerle dolup taşıyordu. İşi meraktan hayranlığa kadar vardıran bilhassa hanımlar elçimizin kıyafetlerinden esinlenmiş, sarık benzeri şapkalar ve Osmanlı motifleri içeren alaturka kıyafetler giymeye başlamışlardı. Seyyid Ali Efendi sayesinde bir anda Paris’e Turquerie denilen bir Türk modası hâkim olmuştu. Fransız yüksek sosyetesinden kabul ettiği asilzadelerle birlikte tiyatro, bale ve konserlere giden Ali Efendinin eğlence yerlerini ziyaret edişi bilet fiyatlarının dahi artmasına neden oluyordu. Her yerde kral gibi karşılanıyor, kendisine sürekli olarak davetler gönderiliyordu. Hatta birkaç gün ikametinden çıkmayıp gözlerden uzak olsa, Fransız gazetelerinde hemen haber oluyordu. Bu gazeteler ayrıca elçimizin kabul ettiği sosyetenin ünlü kadınlarının isimlerini liste olarak yayınlamakta ve bu durum âdeta bir şeref meselesi haline gelmekteydi. Bir davet sırasında Ali Efendinin yanında oturup onun gibi çubuk içmek, iltifatlarına mazhar olmak, Türk modeli kıyafetler giymek için Paris yüksek sosyetesi yarışır olmuş, şimdiye kadar hiçbir elçiye bu kadar ilgi gösterilmemişti.
Oyuna geldiğini anlamadı…
Elçimizin Fransa’da el üstünde geçirdiği günler ne yazık ki fazla sürmedi. Napolyon’un, kurnaz Hariciye Bakanı Talleyrand ile birlikte Seyyid Ali Efendi’yi şüphelendirmeden Mısır’a asker çıkarması elçimizin akıllı, yetenekli lakin ne kadar deneyimsiz olduğunu ortaya koydu. Daha evvel Ali Efendinin Fransızların Mısır’a yönelik bir tecavüz ihtimalinin bulunmadığını bildiren raporları, Sultan III. Selim’i elçimiz için “Ne eşek herifmiş” diyecek kadar kızdırmıştı. Seyyid Ali Efendi bu hadisede öyle bir uyutulmuştu ki yanında en güvendiği baş tercümanı Rum asıllı Godrika’nın, Talleyrand tarafından satın alındığını ve resmen Fransa için casusluk yaptığını kendisinden önce Babıâli anlamıştı.
Napolyon’un Mısır’ı işgali Ali Efendi için beş yıl kadar sürecek bir esaret hayatı anlamına geliyordu. Elçimiz ancak 1802 yılında başarısız bir diplomat olarak ülkesine geri dönebildi. Siyasi oyunlara kurban giden ve yaşadığı bu hadiseden büyük dersler çıkaran Ali Efendi’nin Nizamı Cedit dönemindeki faaliyetlerine bakıldığında ise eski saflığından eser kalmadığını görüyoruz. İstanbul’a geldikten sonra önemli bürokratik görevlerde bulunan Seyyid Ali Efendi, yeniçerilerin başlattığı Kabakçı isyanında çevresindekilerin katledilmesine karşılık kurtulmayı başarmış, lakin Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa’ya karşı bir darbe girişiminde yer aldığı ve IV. Mustafa’nın katline karışmış olması gerekçesiyle başı kesilerek idam edilmişti.