Fazıl şehirler inşa etmek

Kartal’da çöken binanın 14 bağımsız biriminde 43 kişinin yaşadığı, ölü sayısının 21’e ulaştığı ifade ediliyor. Belediye, binaya 6 kat (zemin + 5) olarak ruhsat verildiğini, ruhsata aykırı olarak 2 kat çıkıldığını, binanın vergi beyan tarihinin 1998 olduğunu açıkladı.
Enkazdaki kalıntılardan hareketle betonda deniz kumunun kullanıldığı söyleniyor. Deniz kumu tuz demektir. Bir de şu: “Çöken bina için imar barışı başvurusu yapıldı.” Çöken binanın etrafındaki 8 binanın da risk nedeniyle belediye kararıyla yıkılacağını öğreniyoruz.
Bazı sivil toplum kuruluşları “Kartal’daki facia yanlış imar politikalarının ürünü, İmar Barışı’na son verin” açıklaması yaptı. Bu mesele sadece imar affıyla ilgili değil kanımca.
İki dinamiği ayrıca ele almak gerekir:
1) Gecekondulaşma süreci,
2) Toplumumuzdaki değer düzenine dair aşınma.
Konutlarımıza bakınca, erdemli yaşamak anlamında rüşdünü ispatladığımız söylenebilir mi?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 22 Aralık 2018’de yaptığı açıklamasında şu ifade edildi: “9 milyon 210 bin vatandaşımız imar barışına başvurdu.” Nüfusumuzun “ortak norm düzeni”ne riayet etmediğini kabul etmeliyiz.
MÜSİAD’ın 2010 İnşaat Sektör Raporu’na göre Türkiye’de 1950’lerden beridir kente göçle ortaya çıkan konut sorunu gecekonduyla çözülmüş, 1980’e gelindiğinde gecekondu sayısı, 1 milyon 150 bine ulaşmış.
Gecekondular çoğunlukla hazine arazilerine yönelik işgaller olarak tanımlanıyor.
Bu nedenle Türkiye’de konut sorununu çok aktörlü bir problem olarak ele almak gerekir. Birinci aktör, elbette köyden kente göçlerin başladığı 1950’li yıllardan itibaren gelen iktidarlardır.
İnsanın üç temel ihtiyacı yiyecek, giyecek, barınma olduğuna göre, devlet iki konuda önlemler almalı:
1) Halkın maişetini kazanmasını sağlamak: Üretimi düzenlemek, pazarları tesis etmek, yiyecek-gıdaların sevkiyatını yani yolların yapımını sağlamak, her kentin ihtiyaçlarını karşılayacak büyük depoları tesis etmek;
2) Halkın barınmasını mümkün kılacak konut üretimi konusunda görevlerini yerine getirmek.
Peki konut meselesinde diğer aktörler kim? İmar mevzuatlarını uygulayacak belediyeler, inşaat yapan müteahhitler, yapılara yasallık kazandıran mimar/mühendisler, bu yapıları satın alan tüketiciler ve binaların bakımını sağlaması gereken mâlikler.
Aktörleri böyle belirleyince yapı mevzuatına uymayan konut imalinde kimin ne derece erdeme aykırı tutumlarda bulunduğu sorgulanabilecektir.
Konuya toplumun ahlâkî nazarından bakan inşaat mühendislerinin ifadesine göre “Türkiye genelinde mühendislik hizmeti almayan yapıların oranı en az yüzde 60.” Teknik yetersizliği bulunan pek çok binanın kendiliğinden çökebileceği veya bir depremde yıkılacağı söylenebilecektir.
Bu tespiti yapan mühendisler (Hüseyin Kuzu ve Hasan Alınç) şunu da ifade ediyor: “Türkiye’de toplamda 14 imar affı çıktı. Elle karılmış betonla yapılan binalar yasallaştırıldı. 1999 öncesindeki ruhsatlı binaların dahi riskli olduğu söylenebilir. Son imar affı ile vatandaş çatılarını açıyor, kat çıkıyor. Başvurular vatandaşın beyanına göre yapılıyor. Denetim yapılmıyor. Başvurucuya Yapı Kayıt Belgesi veriliyor; belgeyi alanlar, geçici olarak elektrik, su bağlatma hakkı kazanıyor. İmar Barışı, yasa ve yönetmeliklere uygun yapılmış bina sahipleri aleyhine kaçak binalar lehine adaletsizliğe neden oluyor. Ayrıca bu İmar Barışı, Türkiye’nin kentsel dönüşüm sürecini engelleme potansiyeli taşıyor. Zira 3 kat imar almış bir binada 6 kata çıkılmış. Yarın belediye kentsel dönüşüme geldiğinde imar gereği 3 katı sayacak, diğerlerini kabul etmeyecek; bu halde vatandaşla nasıl anlaşılacak? Asıl sıkıntı kaçak katların mülkiyetinde yaşanacak. O yapının satışı, devri ya da ipotek edilmesi için kat mülkiyeti gerekiyor. Hiçbir mühendislik hizmeti almamış bu çürük ve kaçak yapıları piyasaya katmak, yapının yıkılmayacağının garantisini vermiyor. İmar barışı, çürük binanın sorumluluğunu vatandaşa yüklüyor.”
İnşaat mühendislerinin “elle karılmış beton”a dair söylediklerini de ayrıca tetkik etmek gerekiyor.
Yapı iki elemandan oluşuyor: Beton ve demir. Betonun asgari 80 yıl ömrü olduğu, ancak imalat safhasında tuz ve diğer zararlı maddeler içermemesi gerektiği biliniyor. İnşaat demirinin korozyona uğramaması gerekiyor. Binaların zemininin rutubet altında kalması bir süre sonra binadaki demiri paslandırıyor. Paslanan demirde hacim genişlemesi oluşuyor ve bu da betonda çatlamaya sebep veriyor. Bu durumda o binanın yıkılması için depreme gerek kalmamaktadır, kendiliğinden yıkılabilir. Türkiye’de bina ömrünün düştüğü iddia edilir.
Bir de mimarların 4 yıllık fakülte eğitiminden sonra projelere imza atma yetkisi elde etmesiyle ilgili eleştiri yapılıyor.
Görüldüğü gibi konunun sadece devlet ve yönetenle ilgili olmadığı görülüyor.
Türkiye’de 6,5 milyon binanın yıkılması gerekiyor. Büyük konut ihtiyacının çözüm üretmeyi tıkadığını söyleyebiliriz.
Aydınların konuyu bütün boyutlarıyla tartışarak hem nüfusu Anadolu’ya yayacak hem “fazıl şehir”ler kurmayı sağlayacak yolları belirlemesi gerekiyor.