Fahrettin Paşa hikayesi bize neyi ilham eder?

Arapların çoğu, uydurma tarih kitaplarının söylediği gibi Şerif Hüseyin’in gerçekte Büyük Arap İsyanı diye pazarlanan şeyin komutanı olmadığını iyi bilirler. Gayet iyi bilirler ki, Şerif Hüseyin, Ortadoğu’nun yeraltı ve yerüstü zenginliklerine konmak isteyen İngilizlerin kullandığı hırslı bir isyancının tekidir.

Arapların okumuşları, Osmanlı devletinin önderlik ettiği İslam ümmetini parçalama planının bir parçası olarak görürler Şerif Hüseyin’i. Ve farkındalar. O uğursuz isyandan sonra nice Şerif Hüseyinler peydahlandı Arap coğrafyasında. Bir türlü bitmek bilmediler.

Sonuçta Osmanlı mülkü paramparça oldu, toprakların çoğu elden çıktı. Peki bundan kim kazançlı çıktı? Arap coğrafyasının bundan karlı çıktığını kim söyleyebilir? Osmanlı gitti, biz Araplar da gücümüzü, özgürlüğümüzü, saygınlığımızı ve zenginliğimizi kaybettik. Daha kötüsü, ümmet olma şuurumuzu kaybettik. Saygın, güçlü bir ümmet olma şuurumuzu. Dinimizden uzaklaştık, uzaklaştırıldık.

Planın ilk bölümünü başaran sömürgeci güçler bununla yetinmedi. Osmanlı yıkılmıştı ama Türklerle Arapların birlikteliği bir ihtimal olarak mevcuttu ve çok tehlikeliydi.  İslamın iki asil temsilcisi milletin birbirlerine diş bilemeleri gerekiyordu. Bu da yetmedi. Asya’daki, Afrika’daki diğer Müslüman milletlerin de birbirlerinden nefret etmeleri sağlandı.

Arap baharı başladığında Suriyelilerin şansına hemen yanlarında Türkiye gibi aziz bir komşuları vardı. Her türlü tehlikeden emin bir şekilde kendi insanı gibi kardeşlerini de tereddütsüz bağrına basan değerli bir komşu. Sadece Suriyeliler değil, kendi zalim rejimlerinden kaçan diğer Araplar da Türkiye’nin müşfik kanatlarına sığındılar.

Bir makalemde işledim de bunu. Ne yalan söyleyeyim, Arap coğrafyasını istila eden Türk dizilerindeki gibi bir toplumla karşılaşacağımı umuyordum. Oysa Türkiye’de beni şaşırtan gayet güzel bir Müslümanlık yaşanıyordu.  Çok şaşırmıştım. Dahası, çok sevinmiştim.

Daha önce benzer bir duyguya hac ziyaretimde kapıldığımı hatırlıyorum. Asya’dan, Afrika’dan hatta Avrupa’dan başka başka insanlar gördüğümde, tek kelime Arapça konuşamayan bu insanların, İslamı ne denli özümsediklerini, ne güzel tavırlar sergilediklerini düşünmüş ve doğrusu biraz hayret etmiştim. Belli belirsiz içime sinen millliyetçilik duygusundan dolayı utanmıştım da.

Fahrettin Paşa’nın hikayesine işte bu nedenle kulak verelim. Medine’de yaşayan yerli halkın onunla birlikte nasıl saf tuttuğuna, Peygamber’in (sav) şehrini İngiliz işbirlikçilerine karşı nasıl birlikte savunduklarına dikkat kesilelim. O zorlu günlerden birinde Medine ahalisinden birinin ona sarılıp şöyle dediğini hatırlayalım: Hey Paşa! Sen de artık bizden birisin. Sen de artık Medinelisin.

Paşa’nın hikayesinde ayrıca dikkat çeken bir husus daha var. Kendisini kuşatan bedevilerin onu bir kahraman olarak görüp takdir etmeleri. Adını işittiklerinde ondan çekinmeleri.

Gerçi düşman safındaki bedevilerin birçoğu kandırılmış insanlardı. Çeşitli vaatlerle aldatılmış, birtakım menfaatler mukabili düşman tarafa geçmişlerdi.

Tıpkı 15 Temmuz darbe girişimi esnasında bazı askerlerin FETÖ’cü olmadıkları halde halka silah çekmeye kalkışması gibi. Bu durum elbette onları mazur göstermez. Ama neticede kendilerine yazık ettikleri bir vakıadır.

Tarih sanki bir kez daha tekrarlanıyor. Amerika’nın yanında saf tutan bazı Arap rejimleri Türkiye’yi düşman olarak görmekte inat ediyor. Bunu ahmakça bir milliyetçilik damarıyla yapıyorlar. Türkiye’ye düşman kim varsa yanında duruyorlar. Gidip PYD ile kolkola giriyorlar. Burada elbette bir cehalet söz konusu değil. Bir kasıt var. Mısır böyle, Birleşik Arap Emirlikleri böyle. Bu işin sonu nereye varır, bilemiyoruz.

Mısır’ın Yunanistan ile birlikte askeri tatbikat yapması gözümüzden kaçmıyor. Nitekim I. Dünya Savaşında Fransızların Faslı ve Cezayirli Müslümanları Suriye ve Türkiye’de nasıl Müslüman kardeşlerinin karşısına çıkardığını hatırlıyoruz.

Şu sıralar kafamda sorular uçuşuyor. Acaba bugün de bazı Araplar Türklerin karşısına düşman olarak çıkmak zorunda bırakılır mı? Ya da Suriye’deki Esed karşıtlarının kökünü Arap askeriyle kazımak isterler mi? Amerika ve yardakçısı Arap devletleri böyle bir karar alır mı?

Belki olur, belki de olmaz. Belki şimdi değil, daha sonra olur. Üzerimize düşen, geçmişte yaşanan böyle bir acının bir daha tekrarlanmaması olmalı. Bunun gerçekleşmesini engellemek olmalı.

Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Fahrettin Paşa hakkında o tiviti attığı zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın durumu açıklayıcı ifadeleri bizim de gerçeği öğrenmemize, bu hikayeden haberdar olmamıza vesile oldu. Öğrendik ki, Medine’yi savunan bir adam var. Kutsal Emanetleri koruyan, onları İstanbul’a nakleden bir kahraman.

Çoğu Arap benim gibi bu hikayeyi öğrendi ve bu adamı, Fahrettin Paşa’yı çok sevdi. Onun hakkında yazılan pekçok şeyi okudum. Düşünüyorum da, bu iş burada kalmayacak. Ona yaraşan güzel eserler kaleme alınacak, sahnelerde oynanacak, beyazperdeye aktarılacak.

Bu saatten sonra yapılması gereken ilk iş, Osmanlılar ile Arapların ortak tarihini gerçeklere uygun bir şekilde ortaya koymak ve çocuklarımıza ders kitabı olarak bunu okutmak. Her iki dilde, gerek yazılı gerek sanal basında erişilebilir olmasını sağlamak. Türk’ü Arab’a, Arab’ı Türk’e düşman etmeyi amaçlayan İngilizlerin, Amerikalıların, Fransızların propaganda yayınlarına itibar etmemek.

Türkiye’de imkanlar yerinde ve artık hatırı sayılır bir Arap entelijansiyası çok şükür mevcut. Her türlü yayın yapmaya koşullar uygun. Yapılması gereken, sadece başlamak. Küçük de olsa, ferdi bir çaba da olsa, bir yerden başlamak. Ortak tarihimiz hakkında bir daha kimseye yalan söyleme fırsatı vermeyelim. Çocuklarımız bir daha birilerinin oyuncağı olup birbirine silah çekmesin. İçimizden artık Şerif Hüseyinler çıkmasın.