Eyyüb el-Ensari hazretleri bize ne öğütlüyor?

Cenab-ı Hakk, insanları farklı farklı yaratmış. İnsanların oluşturduğu toplumlar, milletler de farklılık arzetmektedir. Kur’an-ı Kerim’in Hucurat Suresi’nde (49/13): “ Ey insanlar! Biz sizi, farklı oymaklara ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Bilin ki Allah katında en iyiniz, takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” buyrulmaktadır.

Toplumların ve insanların farklılıkları, güzel bir zenginliktir. Bu zenginlik, toplum yaşantısının daha iyi bir düzeyde gelişmesine vesiledir. İnsanlar, akıl ve kabiliyetlerine göre, bir işe yönelmektedir. Hayatlarını da, bu uğraşla idame ettirirler. Hayat içerisinde, farklılıklar olduğu gibi; fikir yönünden de, farlılıklar görülmektedir.

İnsanlar cesur-korkak, halim selim-sert, sakin-telaşlı vb. gibi, birbirine taban tabana zıt karakterlere sahiptirler. Kişinin karakteri, fikri yapısına da tesir eder.

Dinî kâideleri farklılık arzeden insanoğullarını ortak hayatta, birbirlerine sorun çıkartmalarının önüne geçmek için vazedilmiştir. Hâkeza, devlet kanunları da, bunun sağlanması için konulmuştur.

Sert karakterli bir insanın, mahlukata ve özellikle insanlara karşı, merhametli davranmaya sevkeden genellikle din, toplumsal kurallar veya kanunlardır. Dinimiz, insanın (özellikle de sert mizaçlıların) topluma ve mahlukata karşı, ne kadar merhametle davranabiliyorsa; o derece takva, salih kul olduğunu beyan eder. Aksine davranış sergiliyorsa; o insanın karakterine, din tesir etmiyor demektir.

Bir insan, hemcinsleriyle ne kadar uzlaşabiliyor, anlaşabiliyorsa; vahdet o derece müşahhaslaşmış demektir. Bu anlayışa sahip insanların, kemmiyet ve keyfiyeti ne kadar fazla ise; toplum, o kadar huzur ve sükûnete sahip olur. Tersinde de kargaşa artar.

Vahdet konusu, bu gün olduğu gibi dün de problemliydi. Düne baktığımızda, dinin mübelliği, rasülü Hz. Muhammed (sav) Efendimizin terbiyesinden geçmiş insanların arasında bile, ciddi ihtilafların yaşandığını görüyoruz.

Vahdet hususunda bu, Ebu Eyyüb el-Ensarî önümüzdeki en güzel örneklerden bidiri. Asıl adı Halid b. Zeyd olup, ‘Ebu Eyyüb el-Ensarî’ lâkabıyla anılır.

Peygamberimiz (s.a.v.), Mekke’den Medine’ye (Yesrib) hicret ettiğinde, 6 ay bu aziz sahabenin evinde, misafir olmuştu. Bedir, Uhud, Hudeybiye olmak üzere, önemli savaş ve hâdiselerde peygamberimizin yanında bulunmuştu. Hatta savaşların birçoğunda, peygamberin sancağını taşıdığı için, ‘Sancaktar-ı Rasülüllah’ şerefine nail olmuştu.

Bu zat, Hz. Ali Efendimiz hilafete seçildikten sonra, huhaliflerine karşı devamlı olarak O’nun safında yer alır.

Hz. Ali efendimizin vefatından sonra, Müslümanların Emiri Muaviye (r.a.) olmuştur. Bu devirde, ecnebilerle-kâfirlerle savaşlar yoğunlaşmıştı. Bunlardan birisi de, Hicrî 50 kimilerine göre de 52 (Miladi 670) yılında; Bizans (İstanbul) üzerine sevkedilen ordudur. Önce Hz Muaviye’ye itiraf eden bu Eyyüb el-Ensarî, bu kez de Hz Muaviye ile birlikte hareket etmiştir.

Bu orduda, Ebu Eyyüb el-Ensarî’nin de, yer aldığını görmekteyiz. Ordu İstanbul’a yaklaştığı sırada, çok yaşlı olan Ebu Eyyüb el-Ensari (90 yaşlarında olduğu rivayet edilir), hastalanır ve bir müddet sonra da vefat eder. Vasiyeti üzerine de (Ordunun ulaşabildiği en ileri noktada, defnedilmesini vasiyet etmiştir), surların yakınlarına defnedilir.

Vahdet anlayışının doruğa çıktığı insanların öncüsü olarak, Ebu Eyyüb el Ensari diyebiliriz.

Vahdet açısından, iç meselelerde muhalif olduğumuz fikir ve insanlara karşı; dış meselelerde birliktelik arzedebilme gayretinde olmalıyız, olabilmeliyiz. Bizler bu anlayışı – Ebu Eyyüb el-Ensari anlayışını – toplumumuzun tüm fertlerine kazandırma gayretinde olmalıyız.

Eyyüb el-Ensari tavrını, toplumumuzun çoğunluğuna kazandırabilirsek; vahdet o derece güçlü tezahür edecektir. Bu anlayışı tüm partiler, gruplar, tarikatlar, cemaatler müntesiblerine kazandırma gayretinde olmalıdır.

Her grup, parti, cemaat, tarikat kendi sahalarında farklı çalışma usulleri geliştirebilir, farklı tavır sergileyebilirler. Fakat genel meselelerde, ülkemizin ve milletimizin çıkarları söz konusu olduğunda, ortak bir fikir oluşturabilme, geliştirebilmeliyiz.

Ancak takva sahibi, salih kullar vahdet oluşturabilir. Önemli olan, takva sahibi, salih bir kul olabilmek değil mi? 