Türkiye’ye geldikten kısa bir süre sonra devasa reklam ve kampanyalarla desteklenen 2014 başbakanlık seçimleri patladı. O zaman ilk defa bu kadar korktuğumu hissettim. O günlerde başbakan adaylarından bir tanesi seçimleri kazanması durumunda Suriyelileri geri göndereceğini söylemişti. Diğer taraftan ise Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayip Erdoğan bizim muhacir ve misafir olduğumuzu, Türk kardeşlerimizin ise ensar olduklarını söyleyerek oy kaybetse dahi bizleri Türkiye’de misafir etmeye devam edeceğini söylemişti.
Seçim sonucunda derin bir “oh” çekmiştim. O gün Recep Tayip Erdoğan kazandığı için Allah’a şükrettim. Onun kaybedeceğini düşünmek bile korkmama yetiyordu. Onun kaybetmesi demek benim ölüme gitmek ile şişme botlarla göç etmem arasında tercih yapmam demekti.
Müslüman bir ülke olarak Türkiye’nin kısa bir süre içerisinde ulaştığı seviyeyi gördüğümde gurur duyma duygularım depreşiyor. Çünkü bizler gelişim ve medeniyetin sadece batıdan, yoksulluk ve gericiliğin ise Müslüman ülkelerinden gelmesine alıştık. Fakat yeni Türkiye bu fikir kalıbını kırmayı başararak bu Müslüman ülkeyle gurur duymamızı sağladı.
İsveç’e göç eden arkadaşım sürekli arkasından gelmem için bana ısrar etti. O arkadaşım başörtüsünü çıkarmak zorunda kaldı çünkü başörtüsüyle iş bulamadı.
Dünyanın unuttuğu Arakan’ın yanında Türkiye’nin sivil toplum kuruluşları durdu. Batının servet kaynağı olan, savaş, çatışma, cahillik, hastalık ve yoksullukla donattığı Afrika’ya sadece Türkiye el uzattı.
Uluslararası Arap dili yarışmasında hakem komisyonundaydım. Burada Türklerle iletişimim arttı. Eğitim bakanlığına üyeliğim olduktan sonra Türklerle aynı ortamda çalışmaya başladım. Hakemlikte çok zorlandım çünkü o küçük Türk çocuklarının akıcı Arapça dili konuşmaları beni aşırı şekilde mutlu etti. Arapça dilini böylesine sevmelerini çok takdir ettim. Hatta hepsini ödüllendirmeyi o kadar çok istedim ki bir an yabancı olduğumu bile unutmuştum.
Biraz biraz Türklerin yaşantılarını, huylarını, dinlerine olan düşkünlüklerini, camileri doldurmalarını, her yerde gördüğüm o örtülü bayanları, medyanın Türk dizileriyle çizdiği ve kafamızda oluşan gerçeği yansıtmayan Türk insanının görüntüsü yavaş yavaş değişti. Zaman geçtikçe Türkiye’ye olan sevgim ve hayranlığım arttı. Bana kültür merkezlerinin kapılarını açıldı. Özgürce yazmama müsaade edildi. İşte şu an da bu işi icra ediyorum. Çocuklarım Türk okullarına ve üniversitelerine girdiler ve böylece hayatımız normale döndü.
Türkiye 2015 yılında bir kez daha seçime girdi. Bu sefer de Adalet ve Kalkınma Partisi kazanamazsa acaba nereye göç edebilirim fikirleri dolaştı beynimde. Ama şükürler olsun ki sonuçlar yüreğime su serpti. O gün arkadaşım yanıma gelerek bizleri tebrik etti ve şöyle dedi: “Suriyeliler adına korkuyordum ama çok şükür şu an güvendesiniz.” O gün de yine derin bir “oh” çekmiştim.
15 Temmuz gecesinde durum farklıydı. O gece yaşadığımız korku bir başkaydı. İslam dininin ve Müslümanların tehlikede olduklarını hissetmiştim. O gece Türklerin tekbirlerle nasıl hükümetlerini savunduklarını izledim. O an gurbet duygularımı tamamen unutmuştum. Onların aslında kendimiz olduklarını hissettim. Gerçekten de tek ümmet tek vücuttuk. Darbe girişiminin Türk ve Arapları aynı safta tutması muazzam bir şeydi. O olay bütün sınırları kaldırarak aramızdaki sevginin ne kadar büyük olduğunu gösterdi.
Bugün erken seçim hazırlıklarında da göç etme zorunda kalma durumu veya bize “ülkenize dönün” denme korkusu içimizde yeniden dirildi. Hatta mazlumun yanında yer alan Türkiye’yi kaybetme korkusu. İşte bunun için bizler de seçimlerle ilgileniyoruz. Bu seçimler sonumuzu belirleyecek. Suriye devriminin sonunu, dünyanın sırtını döndüğü Suriye halkının sonunu belirleyecek. Erdoğan iktidarı hariç dünyanın bütün iktidarları Esed rejiminin yanında yer aldı. Başka bir iktidar demek hüsran demektir. Arap ülkeleri dahi diğer ülkelerde gördüğümüz hüsran gibi.
Seçim sonuçları Türkiye’nin dertlerine derman olduğu, kendilerine ve çocuklarına yeni bir hayat kurmalarına izin verdiği mazlumların sonlarını da belirleyecek.
Hatta İslam dininin sonunu. Çünkü bu ülkeden başka mağdurlara el uzatan, Müslümanların yaşayabileceği güçlü bir ülke yok.
Sonuçlar hangi yönde olacak bilmiyorum.
Elimden sadece bizleri muhacir olarak nitelendiren O insana dua etmek geliyor. Çünkü ben sığınmacı tabirini hiç sevmedim.
Ve tabii ki de; İslam dininin güçlü kalabilmesi, Müslümanları destekleyen bir ülkenin olması, Müslüman ülke olan güzel Türkiye’nin güçlü medeniyetiyle devam edebilmesi, millet huzurunun bozulmaması ve mazlumların geleceği olan Türkiye’nin emin adımlarla devam edebilmesini sadece Allah’tan isteyeceğim.
Güvenli bir şekilde onurumla yaşayabilmek ve şişme botlarla denize açılmak zorunda kalmamak için isteyeceğim.