Ellerimizi çocuklarımızın yakasından çekelim

Liderliğin üç temel niteliği vardır: Gözüpeklik, güvenilir olmak, karizma.

Dikkatle bakarsanız bu üç niteliğin de genlerin mirası olmaktan ziyade sonradan edinilen yetenekler cümlesinden olduğu anlaşılabilir. Önemli olansa, çocuklarımıza bu yetenekleri ne şekilde kazandıracağımız. Çok erken yaşlarda işe başlamanın gerekli olduğuysa ortada.

Pek çok aile çocuklarına karşı yükümlülüklerinin onları koruyup gözetmekle, bir diploma sahibi yapmakla sona erdiğini düşünür. Oysa asıl görev bundan sonra başlar. Çoğumuzun unuttuğu gerçek, çocuklarımızı hayatın katı ve sert yüzüne karşı yetiştirmek, onlara cesaret ve direnç aşılamak gibi görevlerimizin de olduğudur. Kendilerine güven duymayı, işlerine sahip çıkmayı, para kazanmayı, Allah’a sağlam bir inançla bağlanmayı, sıkıntılar karşısında dimdik durmayı, zarar görmemeyi ve zarar vermemeyi onlara öğretmek zorundayız.

Asıl iş, çocuk büyüyüp de kendine güven duymaya başladığında, ev ve okul görevlerini yapmaya ehil hale geldiğinde başlar. Ailelerin bu noktada yaptığı en büyük hata, çocukların yüklenmesi gereken sorumluluğu onların adına yüklenmeye kalkmasıdır. Çocukların bu yardımdan göreceği bir fayda yoktur. Tam aksine bu yapılan, son derece tehlikeli bir iştir. Ödevlerle yüzleşmeyen birey, sorunlar birer birer tepesine binmeye başladığında bocalar, kendine güvenini yitirir ve hayat savaşından galip çıkması imkânsız hale gelir. Siz onu alıştırdığınız için hep birilerine el açma zorunluluğu duyar. Bir gün konferans veren birinden duyduğum şu cümle hiçbir zaman aklımdan çıkmaz.

“Yardım, birileri üzerinde hâkimiyet kurmanın diplomatik yoludur.”

Hele bir düşünün. Öyle değil midir?

Çocuklarına yardım ederek onları kendilerine bağımlı hale getiren anneler ve babalar, büyüdüklerinde başkalarına bağımlı kalmaya mahkûm bireyler yetiştirdiklerinin acaba farkında mıdır?

Bırakalım çocuklarımız kendi ödevlerini, kendi sorumluluklarını kendileri yerine getirsin. Bizim görevimiz, onları bu yönde cesaretlendirmek ve üstesinden geldikleri her iş için onları takdir etmek olmalı. Ve daha fazlasını yapabileceklerine onları inandırmak, teşvik etmek.

İşte liderlik tam da bu noktadan başlar. Kendi ödevini başarıyla tamamlayan birey, özgüven kazanır. Yerine getirilen her sorumluluk, kazanılan her başarı, bu özgüveni pekiştirir. Özgüven sermayesi kazanılan her başarıyla birlikte gittikçe artar. Sonunda belli bir kotaya erişir. İşte bu seviyeye biz liderlik diyoruz.

Cesaret de böyle bir şeydir. Bir sermaye birikimidir. Üzerine ilave edile edile bir seviyeye ulaşır. O seviyenin adı da kahramanlık olur.

Babaannem bir gün bana demişti ki, babam küçükken mahallede onunla dövüşen her çocuğu evine çağırırmış. Onlara hayli büyük porsiyonda omlet pişirir, önlerine koyarmış. Bu bizde gelenekmiş. Amacı da özetle “Mademki büyüdünüz, meydan okuyacak yaşa geldiniz, işte size cesaretin ödülü” demekmiş.

Babamdan da duydum aynı sözleri. Çocuğum büyüyüp mahalledeki çocukların arasına karışacak yaşa geldiğinde bir türlü kıyıp da onu sokağa salamıyordum. Hiç unutmam, babam bana demişti ki:

“Bırak çocuğu sokağa çıksın. Arkadaş edinsin. Kavga etsin. Meydan okumayı, kendini korumayı öğrensin. Korkma! Bu onu daha cesur biri yapacak.”

Nitekim öğretmenliğe başladığım zaman babamın söylediklerini çokça müşahede ettim. Lider karakterli çocuklar, ele avuca sığmayan, sürekli meydan okuyan tiplerdi. Sonuç ne olursa olsun asla bildiklerinden şaşmaz, bedeli neyse gık çıkarmadan katlanırlar ama neticede sağlam iradeleri sayesinde bir şekilde girdikleri işten başarıyla çıkmayı becerirlerdi.

Zayıf öğrenciyle güçlü öğrenci arasındaki fark şuydu: Her ikisi de acı çekiyor olsa bile güçlü asla bunu kimseye belli etmez, kimsenin şefkatine, merhametine ihtiyaç duymaz, kimseden asla yardım talep etmez, bir şekilde ayakta kalmayı başarırdı. Zayıf öğrenci ise hemen ağlamaya, sızlanmaya başlardı. Merhamet ve yardım dilenmeyi tercih ederdi. Bu da muhatabını daha azdırır, fayda vermek yerine aldığı gördüğü zararı daha da büyütürdü. Ayakta durmayı bir türlü başaramazdı.

Her aile kendi çocuğunu güçlü ve cesur görmek ister. Kendi başının çaresine bakabiliyor, kendi başına ayakta durabiliyor, sözünü muhataplarına dinletebiliyor görmek ister. Peki, istemek yeterli mi? Üzerine düşeni yapmadan, sadece istemekle bütün bunlar gerçekleşebilir mi? Elbette değil. O yüzden…

Lider olmalarını istiyorsak ellerimizi çocuklarımızın yakasından lütfen geri çekelim.