Elin kesesi, kimlerin tasası

Dünya tıp araştırmaları merkezleri, tıp üniversiteleri, elektronik ve matbu medyalar, sosyal medyalar bir konuda hemfikir. Hastalıkların çoğu için en büyük sebep stresmiş. Evdeki durumdan, ergenlikten, kadın veya erkek için geçiş döneminden, ülkede veya dünyadaki siyasi durumdan, meşhurların boşanmalarından, futbolda dünya kupasından, ulusal lig içindeki maçlardan, ülke içinde veya dışında seçim sonuçlarından dolayı strese giriyoruz. Stres üstüne stres geliyor, onları dikkatle içimize topluyoruz, sindirmeden biriktiriyoruz.

Sizde durum nasıl bilemeyeceğim, ama biz Bosnalılarda durum dediğim gibi. Hadi, bu küresel sorunlar bir tarafa, elalemin kesesine de çok meraklıyız. Birkaç sene evvel David Beckham saç tıraşına 900 Euro vermişmiş, milletin dili durmuyor: hah, deli bu, azmış, işte bu saç tıraşına dokuz yüz Euro vermiş, bizim mahalle berberi Meho aynısını iki buçuk Euro’ya yapar. Yarım da bahşiş bırakırsın, berberin parası helal derler… Sadece dünya starlarının harcamalarını düşünmüyoruz, yerlilere de yer var. Birkaç sene önce bölgemizdeki en büyük pop şarkıcısı saçlarını diktirmiş, birkaç gün içinde şehirde buna ne kadar para harcadığı duyulmuş. Millet yorum yapıyor, herkesin diyeceği var. Adam meşhur, bizdendir, madem müziğini dinliyoruz, şarkılarını biliyoruz, konserlerine gidiyoruz… hayatına, kararlarına, hatta parasına da karışabiliriz. Efendim, bu şarkıcı şehrimizde, evine yakın bir taksi durağından taksiye binerken taksici “Saç diktirmeye bu kadar para verdiğin doğru mu” diye sormadan edememiş. Bizim star ya olumlu bir cevap vermiş ya da konuyu kapatmak için başını sallamış, taksici olumlu cevap olarak anlayınca “Keşke bu duraktaki taksicilere yüzer Mark verseydin (elli Euro değerinde), hepimiz sana Gür Saçlı Kıvırcık diye hitap ederdik, daha ucuza mal olurdu” demiş.

Kimisi de bizim tatillerde harcadığımız paraya şaşırıyor. Bu şaşırmalar stres boyutuna ulaşabiliyor. Savaştan hemen sonra, evimizin pencerelerinde camlar yerine plastik folyolar dururken, mesai dışında geceleyin çalışarak biriktirdiğimiz parayı tatil için harcamaya karar verdik. Az değil, savaş ortasında doğmuş oğlumuzu Türkiye’ye götürüyoruz. Etrafımızda herkes kafasını sallıyor, kimi de ağızını açıp bir şeyler söylemeye cesaret edebiliyordu. Bize kendi keyfimiz için Türkiye’ye gittiğimizi, oysa çocuğumuzu denize götürmemiz gerektiğini söyleyenlere, hazır cevap eşim Türkiye’de dört tane deniz olduğunu söylemişti.

Bir arkadaş gelmişti o sıralarda evimize, bir oradan buradan toplayarak biriktirdiğimiz mobilyalara, bir pencerelere yapıştırılmış folyolara, bir de kredi ile satın aldığımız bilgisayar ve yazıcıya bakarak derin bir nefes çekmiş, “İşte bu Türkiye tutkun, seni ondan kimse vazgeçirmez, eyvallah sana, tutkuda istikrarlı olmak bile bir karakter göstergesi” demişti. Hepimiz güldük. Dönüşte ise, yıl boyunca bir sonraki tatili hayal ediyorduk. Hatta bir iş kuralım, para kazanalım, Türkiye’de bir gayr-ı menkul alalım gibi sözler sarf edildi.

Akademik ve sanat çalışmalarından da vazgeçmek mümkün değil, bu da başlı başına bir tutku, olsun gitsin, zaten bu geçici dünyada gayr-ı menkulleri biriktirmek mantıkdışı bir şey diyorduk.  Evlere, ev döşemesine para harcayanları anlamıyorduk doğrusu. Madem gideceksin, neye yarar? Falan arkadaş şu pahalı İtalyan mağazasından salon mobilyasını almış… Saçma, diyorduk, keşke çocuklarını biraz gezdirseydi, keşke kendisi biraz gezseydi diyorduk.  Başkası dağ başında bir daire satın almış, hani evinin dibinde, yarım saatte evinden oraya varır, hadi trafik yoğunluğunda bir saatte orda, ne gerek var evi satın almaya… Türkiye’de o kadar görülecek yer varken… Avrupa’da, Afrika’da, Orta Doğu’da o kadar görülecek yer varken…

Tabii biz edepliyiz, kimsenin hayatına karışmıyoruz, sadece aramızda konuşuyoruz. Başkası Adriyatik kenarında küçücük bir ev satın almış… Eşimle bakışıyoruz “Uf, bunlar varını yoğunu oraya harcamışlar, bir de her sene hem yaz tatilinde hem de hafta sonlarında aynı yere gitmek zorundalar… Abes” diyorduk. Yıl geçtikçe bizim Türkiye gezilerimizin yandaşları ve karşıtları da artıyordu. Yıl boyunca çalışarak kenara biriktirdiklerimizi tatilde harcamamızdan dolayı strese girenler oluyordu. Biz de yıllarca çalışarak biriktirdikleri parayı gayr-ı menkullere, mobilyalara, yazlıklara yatıranlara üzülüyoruz. Veya pahalı salonları döşeyip yılda bir misafir ağırlayanlara. Veya mutfağa en pahalı, en lüks mobilyaları, makineleri alarak mutfağı kirletmemek için restoranlarda besleyenlere üzülüyoruz. Bir de güzel yemek yapamayanlara. Benim için bunlar stres kaynağı.

Hele de bir düğün için borca girenler… Pahalı, abartılı düğünleri hiç ama hiç anlamam. Salonlar, yemekler, davetliler, altınlar, çağırmayı unuttuğumuz yakınlar, takım elbiseler, abiyeler, takılar… bu da başlı başına bir stres. Büyük konuşmam, oğlum da evlilik çağına geldi, ya talep ederse, düğüne karar verirse, bizim de çevremiz geniş… Düğünlere aşırı masraf yapanlara sarf ettiğim eleştirel sözlerimi, düşüncelerimi yutup tövbe etmem gerekecek. Bu da başlı başına bir stres kaynağı. Peşinen ne olur ne olmaz diyerek onlardan haklarını helal etmelerini istiyorum.

İşte başkasının derdine düşmenin ne demek olduğunu anlamaya çalıştım…

Sırf kendini düşünmek, kendi hareket ve hamlelerini düşünmek mümkün olur mu?