Eğitim sistemini değiştirmenin vakti gelmedi mi?

24 yılı aşkın resim öğretmenliği serüvenim boyunca geleneksel eğitim sistemine sürekli itiraz edenlerden birisi oldum. Tektipçi bir sistemin çeşitli kişilik türlerine uygun olamayacağına, yetenek, yaratıcılık, deha ve yönetme becerisine aynı anda cevap veremeyeceğine kani oldum. Bütün bunlar ancak özgür bir atmosfer içerisinde kendini gösterebilirdi. Her biriyle özel bir şekilde ilgilenme gerekirdi.

İnatçı tipler beni çoğu kez yolumdan alıkoymayı bile denediler. Kimileri azarlanmaktan hatta ceza almaktan korkmayıp müdürün odasına girmeyi bile göze alırdı. Bunlar küçük bir kızken bana çok cesur görünürlerdi. Bu yüzden olsa gerek onlara saygı duyardım. Dostluklarından faydalandığım da olmuştur.

Okulumuzdaki öğretmenler ve idarecilerin çoğu bu anarşist ruhlu tiplerden çok çekti. Bir kere derslere hiç önem vermezlerdi. Sorun çıkarmaktan hiçbir vakit yorulmazlardı. Okul idaresi ve öğretmenler de onları uslandırmak, yola getirmek amacıyla türlü türlü cezalar ihdas etmekten geri durmazlardı. Farkında değillerdi ama o çocukların içindeki en güzel şeyi, özgürlüğe duydukları aşkı ve cesaretlerini öldürüyorlardı. Çocukları bu hale getirenin ne olduğuna bile bakmıyorlardı. Belki içlerindeki bastırılan yeteneği dışa vuramama haline bir isyandı bu. Belki sevmedikleri, sıkıcı buldukları dersler içlerindeki yaratıcılığa ket vuruyordu. Belki evde, belki sokakta şiddet görüyorlardı. Belki de onları kimse umursamıyordu.

Uzun yıllar boyunca öğrendiğim şu oldu. İnatçı, zapt u rapta gelmez bu çocuklar diğerlerinden farklıydı. Daha güçlüydüler, daha cesurdular, daha özgüvenliydiler ve daha saygın bir kişilikleri vardı. Özellikle yönetme becerileri üst düzeyde sayılırdı. Günyüzü görmeyi bekleyen birçok yetenekleri vardı. Öfkeleri belki de bundandı. Biraz saygı duyulsa, biraz insanca muamele görseler bütün o yetenekleri açığa çıkarabilirdi. Biraz ilgi, sadece birazcık ilgi yeterli olabilirdi.

Benim dersimde onlara diğer öğretmenlerden daha farklı davranmaya çalışıyordum. Benim gözümde onlar cesur, özgür, kimseye boyun eğmeyen, hiçbir cezadan korku duymayan karakterlerdi. Onları zapt etme konusunda iki dayanağım vardı. İlki, onlara arkadaşça yaklaşırdım. Onlardan biri gibi. Yüzlerine bağırmazdım. Onlarla alay etmezdim. İkincisi, ben sınıfta değilken onları sınıfın düzeninden sorumlu tutardım. Sonra onların yönetme becerilerinden, sosyal zekâlarından istifade yoluna gider; diğer arkadaşlarına göz kulak olmalarını temin ederdim.

Bir gün sınıfa geç gelmemi icap eden bir durum hâsıl oldu. En belalı cinsten bir öğrencimi masamın ön kısmına oturmuş öğrencilere bilmece sorarken buldum. Onları sınıfta tutmaya çabalıyordu. Onun sayesinde bütün bir sınıf sakin bir şekilde sanki ders varmış gibi durabilmiş, kimse kaytarmaya kalkışmamıştı. Sınıfa girdiğimde minnet dolu bir bakış attım ona. Karşılığında içten bir gülümseme aldım. O gün, ne denli güvenilir bir öğrenci olduğunu anlamıştım.

Firas adında bir öğrencim vardı. Sadece sınıfın değil koca okulun en asi, en tembel öğrencisiydi. Yaşı küçük olmasına rağmen ele avuca sığar bir tip değildi. Müdürün odasına çağrılıp kulağı çekilmediği bir günü yoktu. Hayret dolu bakışlara rağmen ona hep bir arkadaşı gibi davranmayı tercih etmiştim. Onunla karşılaştığım ilk günü hatırlıyorum da, sınıftaki çocuklardan birine yapmadığını bırakmıyordu. Onu yanıma çağırdım. Eline renkli kalemler ve boş kâğıtlar tutuşturdum. Bir parça da tatlı verdim. Bir yandan resim yapsın, bir yandan bir şeyler atıştırsın diye. Baktım ki çizmekten hiç mutlu görünmüyor. Resmi bırakmasını söyledim. Onu rencide etmeden çizdiği resim hakkında ne düşündüğümü söyledim. Böylece aramızda bir diyalog ortamı oluştu. Anladım ki sınıfa taşıdığı sorunların çoğu evindeki ortamdan kaynaklanıyor. Firas’ın babası ölmüştü, o bir yetimdi. Evinde kötü muameleye maruz kalıyordu. Sabırla onu dinliyor, yaşadıklarını benimle paylaşmasını istiyordum. Firas anlattıkça rahatlıyordu. Birisi tarafından ilgiyle dinleniyor olmak kendine güven duygusunu pekiştiriyordu. Günden güne tavırları yumuşadı, arkadaşlarına bakışı olumlu yönde değişmeye başladı. Hatta kendine özen gösterir, saçlarını itinayla tarar oldu. Annesinin kokusunu sürünerek sınıfa gelmeye başladı. Artık arkadaşları da ona mesafeli durmaktan vazgeçti. Onu aralarına almaya, onunla vakit geçirmeye başladılar. Harika bir dönüşümdü bu.

Aslına bakarsanız bu dönüşümü sağlamak hiç de zor değildi. Yaptığı yaramazlıklara karşı biraz sabır göstermek, biraz anlayışlı olmak, içten bir tebessüm ve birazcık sevgi. Keşke onunla daha fazla vakit geçirme imkânımız olabilseydi. Ancak maalesef taşındılar ve o da başka bir okula gitmek zorunda kaldı.

Beyinleri başka türlü çalışan öğrencileri meşakkat ve külfet kaynağı olarak gören geleneksel eğitim yöntemini sorgulamanın tam zamanıdır. Küçücük çocukları sekiz saat boyunca bir sıraya mıhlayan, yönerge ve ezbere dayalı, tektipleştirici eğitim sistemi yeteneği köreltmektedir. Yeteneği parlatacak, üzerini kaplayan çerçöpü ayıklayarak ortaya çıkaracak interaktif bir eğitim sistemi üzerine kafa yormanın artık vakti gelmiştir.