Çanakkale Savaşları, necip milletimizin tüm ezilenler adına dünyaya bir haykırışıydı adeta. İslam sancağının yüzünü düşürmemek için sahillerimize kadar gelerek bizi ateş çemberine almak isteyen emperyal devletlere karşı verdiğimiz mücadelenin her anı dillere destandı. Bu durumun farkında olan Osmanlı Harbiye Nezareti, Çanakkale’de yedi düvel önünde gösterdiğimiz şecaate şahitlik edip bunu gelecek nesillere aktaracak, milletin her ferdinin göğsünde bir madalya gibi taşıyacağı hikâyeleri yazıp anlatacak hatta bu yaşananları resme dökecek sanatçıları savaş meydanına götürmeyi arzu ediyordu. İşte bu gayeyle İstanbul’da Sirkeci Garında toplanan devrin şair, ressam, bestekâr ve yazarlarından oluşan edebi heyeti, 1915 yılının Temmuz ayında savaşın -ya da mahşerin demek daha doğru olur- yaşandığı cepheye gitmek için yola çıktı.
Heyette hangi isimler var
1915 yılının Haziran ayında Harbiye Nezareti Karargâh-ı Umumi İstihbarat Şubesi Müdürlüğü edebiyat mahfillerinden bazı isimlere bir tezkere gönderdi. Tezkere, Çanakkale’de dünyaya meydan okuyan askerlerimizi görmek, onlara moral vermek ve bizzat şahit olunacak hadiseleri milletin anlayabileceği edebi bir dille tarihe mal etmek üzere yazılmış bir rica metninden oluşuyordu. Bu mübarek daveti kabul edenler içerisinde Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip (Yöntem), Celal Sahir (Erozan), Ressam İbrahim Çallı, Enis Behiç (Koryürek), Hakkı Süha (Gezgin), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Hıfzı Tevfik (Gönensay), İbrahim Alâeddin (Gövsa), Müfit Râtib, Ressam Nazmi Ziya (Güran), Orhan Seyfi (Orhon), Ömer Seyfettin, Rauf Yekta, Yusuf Razi (Bel) bulunuyordu. Bunun dışında heyete Tanin gazetesi yazarı Muhittin, Darüleytam Müdürü Selahattin Bey, bir fotoğrafçı ve olan biteni filme kaydedecek bir de görevli dahil edilmişti. Edebi heyetin mihmandarlığını Binbaşı Edip Servet (Tör) ve Yüzbaşı Hulusi Beyler yapacaktı. Ekibin sağlıkçısı ise Doktor Fikri Bey idi.
Davetli listesine bakıldığında hepsinin birbirini tanıdığı ve dünya görüşlerinin birbirlerine yakın olduğu görülüyor. Harbiye Nezaretinin bu konuda hassas davrandığı, yolculuk ya da cepheleri ziyaret sırasında heyet üyeleri arasında tatsız bir hadise yaşanmasının istenmediği anlaşılıyor (isimlerin belirlenmesinde Ziya Gökalp’in önemli rolü vardı). Sami Paşazade Sezai yaşadığı sağlık sorunlarından, Halit Ziya incelemeler yapmak üzere İttihat ve Terakki tarafından Almanya’ya gönderildiğinden, Süleyman Nazif, Mehmet Emin ve Hamdullah Suphi ile kavgalı olduğundan, Cenab Şahabeddin yine heyet üyelerinden Ali Canip ile yaşadığı polemik yüzünden, Rıza Tevfik ise İttihat ve Terakki’den ayrılarak Hürriyet ve İtilaf saflarına katılmasından ötürü davet edilmemişti. Tevfik Fikret davet edilse de uzun bir yolculuğa çıkamayacak kadar hasta olduğu için gelememişti (bu arada Fikret, savaşa giren yönetimi ağır şekilde eleştiriyordu). Mehmet Akif ise o sırada Şerif Hüseyin’in isyan hazırlıklarında olduğu istihbaratıyla görevli olarak Arap yarımadasına gönderilmişti.
Harbiye Nezaretinin bu teklifini kabul eden isimler 11 Temmuz 1915 Pazar günü Sirkeci Garında buluştu ve uzun bir yolculuk başladı.
Edebi Heyet yola çıkıyor
Edebi Heyet, Uzunköprü’den geçerek Keşan-Bolayır-Gelibolu-Eceabat yolu ile muharebe alanına gidecekti. Yol üzerinde Balkan Harbinin yıkıcı izlerini gören grup daha Çanakkale’ye varmadan kederlenmiş, karşılaştıkları köylülerle konuşarak onların acılarını paylaşmıştı. Uzun bir yolculuktan sonra kafile Keşan’da mola verdi lakin Müfit Rabıt hastalandığı için İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Buradan Bolayır’a doğru harekete eden heyet üyeleri cepheye yaklaştıklarını zabitlerin uyarıları ile fark edeceklerdi. Onlardan seyahat sırasında arabaların arasında mesafe bırakmaları, sigaralarını ateşi görülecek şekilde yakmamaları ve fazla gürültü etmemeleri gerektiği konusunda tedbir almaları isteniyordu. Bolayır’a geldiklerinde altı yüzyıl önce Rumeli de at koşturan gazilerin lideri Süleyman Paşa’nın türbesinde toplanan misafirler Namık Kemal’in mezarını da ziyaret etmeyi unutmamışlardı. Türbe ve Namık Kemal’in mezarının bulunduğu alan ne yazık ki atılan bir top mermisiyle hasar görmüştü. Burada kısa bir moladan sonra (toplu bir fotoğraf da çektirmişlerdi) yola devam edildi. Cepheye yaklaştıkça muharebe alnından gelen gürültüleri iyice duymaya başlayan heyet üyelerinin savaşın acımasız yüzüyle tanışmaları bir düşman uçağının üzerlerinde görülmesiyle gerçekleşti. Nöbetçilerin ihtarı ile sağa sola kaçışan grup ağaçların altında gizlenmiş, ancak uçaklar gözden kaybolup yeniden bir araya geldiklerinde gerçek bir hikâyenin içerisinde olduklarının idrakine varabilmişlerdi.
15 Temmuz 1915 Perşembe günü 5. Ordu karargâhında ordu komutanı Limon Van Sanders’i ziyaret ettikten sonra 1.Ordu Karargâhına ulaşan heyet burada birkaç gün çadırlarda misafir edildi. Bu sürede her an mevzi alacakmışçasına kıyafetleri ile uyumak zorunda kalmış, muharebe alanını gezerken top atışlarına yakından şahitlik etmişlerdi. Misafirler bir taraftan düşman cephelerini dikkatle izliyor bir taraftan da askerlerimizin gösterdiği bu kahramanlığı nasıl tasvir edeceklerini düşünüyorlardı zira bizzat gördükleri bu tablo kolay kolay anlatılabilecek bir şey değildi. Arıburnu ve Seddülbahir dâhil birçok yere gidilmiş, tüm tedbirlere rağmen intikal sırasında tehlikeli anlar da yaşanmıştı (siperleri bizzat tümen komutanı Cafer Tayyar Bey gezdirmişti). Hatta ziyarette bulundukları bir siperde başlayan ani bir çatışma ve beraberindeki top atışları bir metre yakınlarına isabet etmişti. Bu arada İbrahim Alâeddin, Seddülbahir’de düşman mevzilerine kaşı bir mavzerle ateş etmeden buradan gitmeyeceğini tümen komutanına ısrarla söylüyordu. Ziyaret sırasında zabitler de davetlilere, üzerinde mermi izi olan İngiliz subay şapkası, şarapnel parçaları, fişeklik gibi muharebe hatırası küçük hediyeler vermeyi de unutmamıştı.
Geriye ne kaldı
Edebi heyet üyeleri akşam karanlığı çökmeden tekrar karargâha dönmek üzere yola çıktı. Ertesi gün yaralıların tedavi edildiği bir hastane ziyaret edilmiş, burada gösterilen gayret karşısında kimsenin dilinden bir söz dökülmemişti. Bu ziyaret yolculuğun sonu anlamına geliyordu. 19 Temmuz 1915 Pazartesi günü geri dönüş yolunda da pek çok badire atlatan grubun bazı üyeleri geldikleri yoldan İstanbul’a döndüler. Bir kısmı da buraya kadar gelmişken Çanakkale’yi ve 18 Mart kahramanlarını ziyaret maksadıyla Akbaş İskelesinden Çanakkale’ye geçtiler. Onlar da bu geziden sonra 22 Temmuz 1915 Perşembe günü Basra Torpidosuyla İstanbul’a doğru yola çıkmış bir gün sonra evlerine dönmüşlerdi.
Edebi hayatımızın içinde yer alan bu on altı kişinin Çanakkale gezisi sonrası yazdıkları, çizdikleri öyle hatırlanacak nitelikte olmamıştı maalesef. Bazıları ise hiçbir şey yazmamıştı. Bu durum İstanbul’da eleştirilse de heyetin gerçekleştirdiği ziyaret kimseye nasip olmayacak türden bir tecrübeydi. Bu güzel hatırayı daha ayrıntılı olarak merak eden okuyucular Beşir Ayvazoğlu’nun Kapı yayınlarından çıkan ”Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı” adlı kitabını zevkle okuyabilirler.