O “büyük yol”a çıkacak olanlar, çocuklar gibi heyecanlanırlardı. Neredeyse tamamı yaşlıydı ve içlerinde, gidip de bir daha dönememe duygusu da taşırlardı. Hicaz kafilesi hareket etmeden birkaç gün önce geride bir gönül kırıklığı ya da kul hakkı bırakmamak için akla gelebilecek bütün tanıdıklarla helalleşir, küskün olduklarıyla barışır, hacdan sonra başlayacak yeni hayatlarının yerini yaparlardı. Bizim çocukluğumuzda hac, insanların geçmişleriyle aralarına kalın bir çizgi çektikleri bir sınırdı çünkü. Kanatlanarak gittikleri hicazdan, uhrevi bir havayla döner, o çok özledikleri peygamberlerinden ayrılmış olmanın hüznüyle sağ salim memlekete varmış olmanın sevincini bir süre gönüllerinde yan yana oturturlardı. Mübarek yerlere dokunduğu için, ellerinin içini öperdik onların. Artık isimleri de değişmiş, hacı dede, hacı anne, hacı yenge olmuşlardı. İçlerinden birine amca, enişte ya da dayı diye seslensek, bakışlarını belli belirsiz sertleştirir, hâlâ anlamamışsak bir yolunu bulup hemen Hicaz’daki günlerinden bahsederlerdi. Bu elbette bir hatırlatmaydı; akıllı olanlarımızın aklına hemen yeni adları gelir ve hatamızı telafi ederdik: “Hacı dede…” Ve bir de hacdan dönenlerin kapılarına, şu hiç gitmediğimiz Hicaz’ın rüzgârıyla dalgalanıp duran bir bayrak asılırdı…
Arabistan, bizi çocukluğumuza götüren sözcüklerdendir. Nerede geçse, birden o günlere döner, hacı büyüklerimizin anlattığı Arabistan’ları hatırlarız. Bu yüzden bizim Arabistan’ımız sınırlarımızın ötesinde bir ülke değil, muhayyilemizin tam ortasında yeşerip duran bir vaha gibidir. Turgut Uyar’ın ilk baskısı 1959’da yapılmış şiir kitabı “Dünyanın En Güzel Arabistanı”nını ilk kez duyan pek çok okurun, henüz içindeki şiirleri okumadan önce “hacı dedeleri, hacı nineleri” tarafından anlatılmış kendi Arabistan’larını hayal etmesinin sebebi de bu olsa gerek. Bize göre dünyanın en güzel Arabistan’ı, Hicaz’a her gidenin dönüşte yanında getirdiği ve anlata anlata bitiremediği Arabistan’dır. Oysa şiirle ilgili olanlar ve kitabı okuyanlar, onun bizim Hicaz’ımızla hiçbir ilgisinin bulunmadığını bilirler. “Dünyanın en güzel Arabistanı” ibaresi, şiirlerden herhangi birinin ismi bile değildir, yalnızca bir dizede geçer o kadar. Dahası, bu şiirlerde hacı dedelerimizle asla paylaşamayacağımız dizeler, “kaçak yaşama yergileri”, “Akçaburgazlı Yekta”lar da vardır. Ama farklı inançlara sahip okurlar, kitabın ismini içindeki şiirlerden bağımsız bir yere yerleştirir, bu isme tuhaf bir muhabbet duyarlar. Biliyorum biraz iddialı olacak: Dünyanın En Güzel Arabistanı’ndaki Arabistan, okunmadan sevilen bir yerdir. Bu güzel kitap ismi bizi, hemen hafızamızdaki bir vahaya su içmeye götürür. Turgut Uyar da çocukluğunda o Arabistan’lara kâh hacı teyzelerle kâh asker kafileleriyle pek çok kez gidip gelmiş olmalı…
Ne ilginç bir rastlantı! Dünyanın En Güzel Arabistanı’nın 1959 yılında yayınlayan Turgut Uyar, çok değil bundan iki sene önce, 1 Mart 1957’de Forum Dergisinde Abdülhak Şinasi Hisar’ın eseri Çamlıca’daki Eniştemiz için bir yazı kaleme almış. Sonraki baskılardan birinin arka kapağında da alıntılanan yazıda şair, Abdülhak Şinasi’nin Fahim Bey ve Biz dışındaki bütün eserlerinin, “artık özlemini çektiği bir dünyayı” anlatmanın bahanesi olduğunu söylüyor. Bu cümlelerden, Turgut Uyar’ın Abdülhak Şinasi’nin okurlarından biri olduğunu da öğreniyoruz. Üstadımızın Çamlıca’da bir köşkte ikamet eden eniştesi Hacı Vamık Bey, ara ara muhtelif görevlerle ve ne hikmetse hep Arap diyarlarına gönderilen bir idarecidir. Gittiği yerlerin çoğundan, görevinden azledilmiş olarak döner ve çocuklara “üstünde daima tüten bir Arabistan havası içinde, biraz bedevi, biraz kavruk hali, her zamanki taşkın keyfiyle seyahatlerinden getirdiği denkleri açar ve içindeki hediyeleri dağıtır gibi, bildiği Arabistan şehirlerini ve yollarını birer birer yâd ederek, oraların hatıralarını nakleder.”
Abdülhak Şinasi, çocukluğunda anlatılan bu hatırları Çamlıca’daki Eniştemiz’de kâğıda dökmüş ve Türk edebiyatına Arabistan üzerine yazılmış en güzel metinleri armağan etmiştir. Anlattığı aslında Türklerin muhayyilesindeki masalsı Arabistan’dır; bir başka deyişle dünyanın en güzel Arabistan’ı: “Eniştemizin bir çok suallerime ayrı ayrı verdiği cevaplardan, renk renk çizdiği manzaralardan, söylediği Arapça darbımesellerle vecizelerden, zikrettiği coğrafya ve tarih isimlerinden, gözlerimden uykular akarken bile ısrarla dinlediğim hikâyelerden içimde büyük bir toplantı hâsıl oluyor ve içinden çıkıp geldiği Arabistan’ı o bana böylece nefes nefes getirmiş, yahut içimde onun bir yuva gibi dal dal inşasına yardım etmiş oluyordu. (…) Böylece deli eniştemiz bana bütün bir kıtayı vermiş ve çöllerinde yandığım, sıcak denizlerinde yüzdüğüm; bağlı, bahçeli, çalgılı, sevdalı şehirlerinde gezindiğim, hurma ağaçlarının gölgesinde dinlendiğim, masal hayatını tattığım, tekmil sesleri, perileri, parıltıları, renkleri ve hummalarıyla yaşadığım bütün bir Arabistan’ı gönlüme ve hayatıma ilhak etmiş olurdu…”