Beyan Yayınlarından çıkan İhsan Süreyya Sırma’nın Pervari’den Paris’e kitabında, Süreyya Hocamız bizlere Abdülhamid döneminde yaşanan olaylarla günümüzde yaşanan olayların arasında çok benzerlikler olduğunu, arşivlerden belgelerle anlatıyor. Zevkle okuduğum kitaplardan birisi…
Kitabın 238. sayfasını sizlerle paylaşıyorum:
– Abdülhamid’in Kudüs ve Filistin siyaseti, onun bu noktada ferasetini gösteren bir politika olarak değerlendirilebilir mi?
-Bu hem feraset, hem iman meselesidir. Şimdi bazı insanlar, Kudüs’ün orada bizimle ilgisi olmayan herhangi bir şehir olduğunu, bizim için önemli olmadığını düşünüyorlar. Öyle şey olur mu? Kudüs bizim için çok önemlidir, ilk kıblemizdir. Kudüs için Müslümanlar ne savaşlar verdiler. O bakımdan Müslüman olan Araplar Abdülmid’i çok severler. Abdülhamid’in babası zamanından kalma devletin borçları vardı. Dolmabahçe Sarayı borçla yapılmıştı. Bu içinde Herzl denilen herzelenin, Yahudi’nin “Sizin devletin borçları var. Bunların hepsini sileceğiz, bize Kudüs’ü ver.” sözlerine karşılık Abdülhamid’in meşhur yanıtı şudur: “Kudüs benim ceketim değil ki size vereyim. Kudüs Müslümanların malıdır. Onu veremem. Ceketimi isterseniz size vereyim veya Afrika’da bir yer beğenin, size vereyim. Kudüs olmaz.” Abdülhamid’i götüren esas sebeplerden birisi de budur.
Kısa bir süre önce Kûtü’l-Amâre gündeme getirildi. Kûtü’l-Amâre yeni mi oldu, yeni mi keşfettiniz? Nedir bu Kûtü’I Amâre? Orada Osmanlı Devleti İngiliz’e karşı büyük bir zafer kazandı. Peki, o zaferi kazanan ordular sonra niye kuzeye çekildi? İngiliz ve Yahudileri doldurmak için orayı boşalttılar. Bütün bunları tarihçilerin, korkmadan araştırmaları, belgelerle ortaya koymaları lâzım. İnsan dünyaya bir defa gelir. Ama şerefiyle yaşayıp şerefiyle ölmeli… Bu konuda tarihçilere ve yapacakları çalışmalarda, tarihçilerin önünü kapatmamaları gereken yetkililere büyük sorumluluk düşmektedir. Erzurum’da çalışırken bu açıdan çok sıkıntı yaşadım. Bir yere davet ediliyordum, oraya katılacağım düşüncesiyle tebliğ hazırlıyordum ama izin verilmiyordu. Oysaki bu bir rektör için şereftir. Niye mi izin verilmiyordu? Abdülhamid’le ilgili konuşuyorum diye izin verilmiyordu.
Bu memleket neler çekti, neler? Hepsinin müsebbibi Jön Türklerdir. Cumhuriyet dönemi, yani CHP’nin iktidar dönemi, istibdat dönemidir. Abdülhamid’in dönemine istibdat diyorlar, ama esas istibdat dönemi Cumhuriyet dönemidir. Mesela bende Sultan Abdülhamid’in karikatürleriyle ilgili bir kitap var, sadece karikatürlerden oluşan bir kitap. Siz Mustafa Kemal ile İnönü’nün karikatürünü gördünüz mü hiç? Olamaz, bu mümkün değildir… Cemil Topuzlu adında bir Jön Türk vardı. Eski İstanbul şehreminlerinden… Onun 80 yıllık hatıralarım adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim. Diyor ki, “Paris’teyken Abdülhamid bize burs gönderiyor, biz onun aleyhinde çalışıyorduk.” Okuttuğu gençler, Ona karşı hareket ettiler. Kişileri böyle yüceltmem, ama Sultan Abdülhamid’e hak ettiği makamı vermek lâzım.
Mübalağalı bulunabilir ama benim kanaatimce o, sadece Osmanlı Devleti’nin değil, şimdiye kadarki bütün Türk devletlerinin en önemli devlet adamıdır. Batı, Abdülhamid’i karalamakta kendi açısından haklıdır. Çünkü Batı kendisi adına çok güzel çalışıyor. Ben, kendi adıma çalışıyorum, sen de kendi adına çalış, kendini savun, diyor. Biz ise onlara yardım ediyoruz. Meselâ bugün okuduğum bir şey: Bazı Körfez Ülkeleri, 15 Temmuz darbesini yapması için FETÖ’ye yardım etmişler. Allah aşkına görüyor musunuz? Benim hükümetlerle bir alakam yok, ama bir mukayese yapmalıyız. Şimdiki hükümet mi, bundan önceki hükümet mi? Demirel’in hükümeti mi, ondan öncekiler mi, İsmet İnönü mü hangisi şahsiyet sahibiydi? Ben partici değilim, partileri de eleştiren biriyim ama şunu belirtmeliyim: Bugünkü hükümet, yani AK Parti hükümeti, Müslümanların şahsiyetini dile getirdi. Bu nedenle birçok kusurlarına rağmen, onlara müteşekkir olmamız lâzım.
* Pervari’den Paris’e – Beyan Yayınları
***
Bu dünyanın adamı değil
Mehmet Ali Sakman Ağabey onun için “Bu dünyanın adamı değil” diyor…
Bülent Tuna 1970 yılında Eskişehir’de dünyaya geldi.
Çocukluğunda Kur’an Kursu’na gitti. İmam Hatip Okuluna devam ederken bir hocasısın onun hakkındaki sözleri: Sanırım ortaokula gidiyordu ve Kur’an hafızlık kursuna devam ediyordu. Bir gün odama geldi Cuma suresini okumasını istedim. Okumaya başladı “Kendilerine Tevrat yüklenilenler” ayetini okuyunca durdurdum “Okuduğun ayet ne diyor biliyor musun?” dedim. Biraz mahçup “hayır” dedi. Ayeti okudum “Diyor ki, kendilerine Tevrat yüklenildiği halde onun sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin hali kitap yüklü eşeğe benzer” hafif yüzü kızardı… “Sakın sen böyle olmayasın” dedim. “Umarım Kuran’ı hıfzedersin, ne dediğini anlarsın ve gereğini de yerine getirirsin” çocuk haliyle kararlı bir şekilde bunu yapacağına dair söz verdi. Hafızlığını tamamladı ve Kur’anı iyi anlayanlardan oldu.
Üniversite yıllarında Bosna cihadı ile tanıştı. Bosna’da savaş sona erince Türkiye’ye geri gelip okula devam etmeye başladı. Okulu bırakıp Eskişehir’in ücra köylerinden Güneyköy ve daha sonra da İmişehir’de imamlık yaptı.
Sosyal ilişkileri zirvedeydi. Köylüler kendisine ‘Körüklü Hoca’ lakabını taktı.
Bosna cihadı esnasında birlikte olduğu arkadaşı Cüheyman 8 Ağustos 1999 da şehit olunca, imamlıktan istifa edip, 2000 Yılı Nisan ayında Gürcistan üzerinden Çeçenistan’a girmek istedi. Muvaffak olamayınca Türkiye’ye geri döndü.
Türkiye’ye Eskişehir’e döndüğünde bizler Selam Gazetesi çalışanlarına düzenlenen komplo neticesinde tutuklanıp, Eskişehir Cezaevine konulmuştuk. Ziyarete gelen ailelerimizi otogardan alıp, evinde kahvaltı ikramını müteakip cezaevine getirip öğleden sonra cezaevinden alıp otogara götürürdü. O dönem gıyaben tanıdım Bülent Kardeşimizi. O günlerde yayınladığım Çeçen Direnişi kitabından satarak bizlere yardımcı da olmuştu.
Temmuz başlarında yine Gürcistan’a gitti ve orada bir müddet bekleyişten sonra, 70 kişilik bir gurupla Çeçenistan’a girdiler. Çeçen sınırından 30 km. içeriye girdiklerinde mola vermişlerdi. Mücahitlerin Abdullah lakabını verdikleri Bülent Tuna da nöbet tutmaktaydı. Tam seher vaktinde Rusların saldırılarına maruz kaldılar. Ruslarla çatışma esnasında iki Türkiyeli ve iki Çeçen şehit olur. Şehitler arasında Bülent Tuna da vardır.
Buradan eşine gönderdiği mektupta evlatları Abdullah ve Ubeydullah için şöyle ibretamiz bir cümle kuruyor:
“Onları İslam ahlakı üzere yetiştir ve sakın onlara merhametin, Allah’a karşı kulluk sorumluluklarının önüne geçmesin.”
Şehitlere has bir cümle ile de mektubunu bitiriyor: “Dünyadaki birlikteliğimiz belki kısa sürdü, ama inşallah ahirette sonsuz ve ebedî mutlulukları beraber yaşayacağız…”