Tamponundaki sıyrıkları, kapılarındaki çizikleri, ön camındaki çakıl taşı çatlağını ve en son dolunun tavanında açtığı çukurları görmezlikten geldiğim için belki de bana darılmıştır. Çok zamandır uzun yola da çıkarmıyorum; bu da ayrıca asabını bozmuş olabilir. Asabının bozulduğunu, birkaç aydır kendisine ihtiyaç duyduğum şu kısa mesafelerde bile sürekli oflayıp puflamasından anlıyorum. Gaz pedalına basıyorum ama o gırtlağını biri sıkıyormuş gibi öksürmeye, titremeye başlıyor. Bir başka vasıtayı sollamaya yelteniyorum hiç oralı olmuyor. Bazen sollayacakmış gibi yapıp hevesimi kursağımda bırakıyor. Ona yaşlandığını, yeni modellerinin çıktığını, değerinin çok düştüğünü söyleyip üzmek istemiyorum. Sadece üzülmez, ağırına da gider. Hakkını yemeyeyim; onca özensiz davranmasına rağmen, sahibini yarı yolda bırakmamak için elinden geleni yapıyor. Yapıyordu demeliyim, çünkü geçtiğimiz cumartesi günü onu, uzuvlarını en iyi tanıyan adama, Dolapdere’deki ustaya götürmeye karar verdim. Belli ki ateşli bir hastalığa tutulmuştu…
Tabiat kuralıdır; hastalık ağırlaştırır. Bu ilk başlarda asap bozucu bir durumdur; ama bir süre sonra hem hasta hem de refakatçisi yavaşlığın görmeyi kolaylaştırdığını fark ederler. İşte biz de yaşlı yol arkadaşımla birinci köprüden geçiyoruz; tabii ki en sağ şeritten, tabii ki küreklerimizi aheste çekerek; tabii ki salına salına. Bir ara, yani köprünün tam ortasından geçerken arkamdaki araçların benim yüzümden hızlarını düşürmelerine pek de aldırış etmeden keyfe gelip, içinde “salınmak” geçen türküleri hatırlamaya çalışıyorum. “Bak hasta metal” diyorum, “Salınarak gitmek güzeldir, kızların gelinlerin şanındandır, yürek hoplatır daima, ozanlara ‘salına salına geldi bir dilber’ dedirtir mesela. Şimdi sen de işte öyle salınarak boğazdan geçiyorsun; seni homurtuyla sollayan vasıtalara aldırma, gönlünce yürümeye devam et.” Hoş, hızlanacak takati de pek yoktu, biraz ben umut verdim, biraz o kendini zorladı, sonunda vardık Dolapdere’ye…
İnsan Dolapdere’ye yalnızca arabasını tamir ettirmek için gitmez, eğer azcık aklı varsa kendini de tamir ettirir. Çünkü burası üstüpüleriyle, çıraklarıyla, kalfalarıyla, ustasıyla, yağlı pantolonlarıyla, sökülen ve takılan cıvatalarıyla, indirilen şanzımanları, içi açılan motorları, patlamış egzozları, hasarlı kaportaları, boya kokuları, yanmayan farları, aşınmış balataları, vites kutusu arızaları, döşeme yanıkları, kırık camlarıyla imalara, laf dolandırmalara, siyasete, borsaya, sosyal medya hesaplarına, e-postalara ve daha sayısız eşyadan kopuk başlığa elveda dediğiniz bir yerdir. Burada ustalar gerçek sorun neyse onu öğrenmek ister, gerekiyorsa bir test sürüşü yapar ve arızayı buluncaya kadar bütün olasılıkları gözden geçirirler. Ve siz Dolapdere’de “gerçek bir sorun ve ona bulunan gerçek çözümlerle” tanışırsınız; spekülasyonlar, ihtimaller, tahminler hiçbir anlam ifade etmez. Arıza ya baştan bellidir ya da arızanın nereden kaynaklandığı anlaşılıncaya kadar metal organizma titizlikle gözden geçirilir, dinlenir, sökülür, parçalara ayrılır ve nihayet arızaya ulaşılır. Dolapdere’de insan, belli bir amaca yönelmiş geçek bir emeği görmekle kalmaz, lüzumsuz arayışlardan, süslü yol vecizelerinden, garip hikâyelerden, benzetmelerden, bezemelerden de kurtulur. Dolapdere, “hakikat”i arayanlar için bir okuldur; çünkü ortada gerçek bir arıza, arızayı tamir etme çabası ve işini gözlerimizin önünde yapan bir usta vardır…
Gerçek bir arızanın ustalarını böyle bir paragrafın sonuna sıkıştırarak anlatmak elbette mümkün değil. Belki bir başka gün, “gerçek bir arızanın gerçek ustaları” ile “arızalı hayallerin hayali ustaları” arasında bir kıyaslamaya da giderim. Ustam “gerçek arıza”yı bulabilmek için önce bir test sürüşü yaptı ve çok anlıyormuşum gibi, “bobinlerden kaynaklanmıyor” dedi. “Bobinlerden kaynaklanmıyorsa, benzin pompası otomatiğinde mesele var demektir, çünkü zavallı bir türlü istediği kadar gazı çekip alamıyor.” Arka koltuklar kaldırıldı, depo açıldı ve pompa değiştirildi. Yüzüne baktım ustanın, ikinci varsayımı da tutmamıştı. Sonra vasıta yukarı kaldırıldı, altına girildi, egzozda tıkanıklık olup olmadığı test edildi, onda da sıkıntı yoktu. Dolapdere Ustası, ki Dolapdere’nin ustaları güvenilirdirler, yeniden motora yöneldi, gaza bastırdı, kulak verip dinledi; “Bu motor arızası değil, gaz sistemi arızası” diye ekledi. O hakikatin izini somut ve ölçülebilir bir gövdede sürüyor, ben de aynı somut ve ölçülebilir nesneler sayesinde ustamı takip edebiliyordum. Sonra, dediğine göre şeytanın bile aklına gelmeyecek küçük bir parçadan çıktı arıza; yenisini taktı, araç kuş gibi hafifledi. Ustam, aldığı ücretten çok arızayı bulup tamir edebildiği için mutlu olmuştu. Eve dönerken, “aylardır ilk kez içinde dil oyunu olmayan bir gün geçirdin” diye düşündüm; “hakikatinden şüpheye kapılmayacağın bir gün…”