Dokunma korkusu

AB polisini Türkiye’ye sığınmacıları getirdiği sırada gösteren fotoğraflar, medeniyet üzerine Aliya’nın sözünü düşündürdü bir kez daha: “Medeniyet ıstırap nedir bilmez.”

Ne de olsa medeniyet, yükselme çağı süreğinde yapısını tahkime çalışırken bir katılaşma yaşamaya başlıyor. AB polisinin mültecileri “pis ve hastalıklı” gördüğü için taktığı maske de bir tahkim aracı. İşte, bir şeyler biriktirmiş AB, ne pahasına olursa olsun üstünlük elde etmiş ve bunları korumak istiyor. Sahip olduğunu korumanın en kolay çaresi, türdeşiyle içe kapanmak. Tabii bu medeniyet yorumu “alemin ıstırapı”yla ilgili göstergeleri tiksintisiyle örtmese, kendi içinde de bir tazelenme yaşayabilirdi.

Haddizatında medeniyet her daim başlangıç ilkeleriyle gözden geçirilip tazelenmesi gereken bir olgu, bir dayanak, bir ufuk. Taşlaşmış medeniyetin ilk alameti ise ötekinden duyulan korku ve tiksinti. Türdeşi olmayan insana yönelik tiksinti, hijyenik hayat tarzlarının da sebebi. Mahremiyet anlayışıyla benimsenen dokunma sınırları daha farklı değerlendirilmeli. Mahremiyet endişesiyle ortaya konulan mesafede bir cinsi veya sınıfı aşağılamaya dönük sebeplerden söz edilemez.

İfrat hep tefriti getiriyor. Muaşeretini yitiren toplum hemcinsine nasıl tutunacağını bilemez oluyor. Hicap ayetlerini hafife alan 1960’ların cinsel devrimi, aradan yarım asır geçmeden dokunma korkusuyla yüz yüze geldi. Hz. İsa’nın küçümseyerek reddettiği Ferîsîlere özgü korunmacı temizlik duvarları, günümüzde Batı medeniyetinin her alana yayılan bir göstergesi. Türdeşiyle yüksek duvarların arkasına çekilmenin sebeplerini çoğaltan bir kültürle kuşatılıyoruz bizler de. İlmihal cehaleti, sapla samanın karışmasına sebep oluyor. Hayır, eskisi gibi sıcak bir duyguyla çocuklara dokunamaz kimse; hangi dokunuş masum, bilinemez ki… Çocuksunuz, ama artık bir yabancı başınızı okşamayacak. Çocuksunuz ve yabancı dokunmanın korkularıyla yetişiyorsunuz.

Dokunma yasağı, sınıf farklarıyla ilgili kadim tabuları ayakta tutan kurallardan biri. Hint kast sistemine özgü dokunma yasağını Arundhati Roy, “Küçük Şeylerin Tanrısı” isimli romanında konu etmişti. Roman, varlıklı bir aileye mensup genç kızla kast sisteminin “dokunulmazlar” olarak aşağıladığı sınıftan bir işçi genç arasındaki aşkı konu alıyor. Aşk zaten imkansızlıktan beslenir ve tabuları yıkar diye düşünürüz, ancak kast sistemi açısından bir dokunulmaza yönelen tutku hiçbir umut var edemez. Bir son umulamaz dokunulmaza dönük aşkta, gelecekten söz edilemez, o yüzden şimdiki zamana özgü küçük mutluluklarla yetinecektir aşıklar.

Yıllar önce bir gazetede Almanya’nın Berlin gibi kentlerinde psikologların önerisiyle yaya yollarının kimi yerlerde, insanlar yürürken birbirlerine değsinler, dokunsunlar diye bilinçli olarak daraltıldığını okumuştum. Huzurevlerinde yaşlıların okşama tesellisi için kiralık kediler getirildiğine dair bir haber de hatırlıyorum. Gezdiğim Almanya şehirlerinde parklarda insanların çoğunlukla yalnız başına ya da köpekleriyle yürüyüşe çıktıklarını gözlemlerdim. İsveç’te yaşayan ve güncel sanat alanında çalışan Hakan Akçura kendisiyle yaptığım söyleşide Stockholm’da hafta sonlarında sırf bir selam arayışı için AVM’lere giden yaşlılardan söz etmişti. Torun sevgisinden yoksun yaşlı çift parkta yürürken sevimli bir çocuğa ilgi gösteremeyecek mi? Bu cümleyi kurarken “ilgi gösteremeyecek mi” yerine, “geçerken saçını okşayamayacak mı?” diye yazdım önce, sonra sildim. Çünkü benzeri cümlelerde “okşamak” artık öncelikle sapkın cinsel eğilimlere yorulabilir.

Korunmacı sebeplerle yayılan dokunma korkusuna karşılık gündelik hayatımız başka türlü türlü dokunmalarla şekilleniyor. Suavi Kemal Yazgıç değinmişti bir telefon konuşmamız sırasında: “Dokunmatik telefonlarla ulaşmaya çalışıyoruz, göz göze gelemez olduğumuz insanlara. İnsanla kestiğimiz ilişkimizi araçlara yöneltmek suretiyle zamandan ve enerjiden kar etmeye çalışıyoruz.”

Ulusal eğitimin sınırlı müfredatından kaçırdığımız çocuklarımız başka türlü bir denetimsizliğin ihmalinde istismar kurbanı olabiliyor üstelik. Samimi duygularla açılan ve yasaklar konusunda bir ferahlama alanı sunmuş eğitim kurumlarına sinmiş “yeraltı” niteliği, karanlık tiplerin istismarına müsait bir rastgele işleyişin sebebine dönüşebiliyor.

İçtenlikle dokunma yollarını kirleten sebepler üzerine düşünmek, zamanında “iğrenç öteki” muamelesi görmüş kesimlerin bir medeniyet tutulması yaşayan topluma öncelikli borcu. Koruyacak, aç bakışlardan kaçıracak şeyler şimdilerde sadece hicap ayetleriyle açıklanamıyor ne de olsa.

Yakın tarihlere kadar ulusçular başörtülü kadınların temasından tiksinirdi, hâlâ süren ama etkili olamayan bir “egemen” tepkisiydi bu. Tiksinti bazen başörtülünün ailesiyle birlikte şehrin çeşitli eşiklerinden serbestçe geçebilmesine tahammül-süzlük halinde kendini gösterirdi. Şimdilerde benzeri bir tiksintiyi dışa vuran cümleleri başörtülü kadınlardan da işitiyorsunuz. Yenibosna semtinde oturan medya mensubu genç bir hanımın, en kısa zamanda Başakşehir’e taşınma amacını açık yüreklilikle anlattığı bir paragraf okumuştum bir medya grubunda. Çünkü küçük yeğeni semt sokaklarının güvenilmezliği nedeniyle bütün yazı balkonda geçirdi. Çocuklardan yükselen küfürler duyanların kızarmasına yola açacak türde, geçerken pencerelerden saçılan çer çöple kirlenmek işten bile sayılmaz. Bir de atılan sözler, bulaşmalar, tacizler var; hele kadınsanız ve evli bir kadın olsanız dahi mahallenin zirzop gençlerinin lafından, sözünden kurtulmanız mümkün olmayabilir. Yanınızda eşinizle giderken yedikleri çekirdek kabuklarını üstünüze atarlar fütursuzca.

Bu sözü edilenler sokağa ilişkin seçilmiş açıklamalar kuşkusuz. Yabancıya değme/dokunma korkusu ve tiksinti hazırlığı için çok sebep var.

Peki, tebliğ korunaklı alanlarda keyfi bir halde seyreden bir sorumluluk mudur?

Bu konuda ne kadar yazsak, tartışsak az. Mülteciye maskelerin gerisinden bakan korunmacı ve titizlik hastası medeniyetin yöntemleri hayatımızı kuşatıyor. Gelgelelim, insanın insana taciz etmeden tutunmasının yollarını aramak, bu yolları açık tutmakla mükellefiz. Müslüman ahlakı her şeyden önce halkın elinden ve dilinden emin bildiği kişi olma sorumluluğunda temayüz ediyor, ne de olsa.