Bazı ülkeler var ve bazı ülkelerde bazı beldeler. Haritalardaki diğer yerler gibi değiller; evleri bir tuhaf duruyor, kadınları bir tuhaf konuşuyor, adamları bir tuhaf bakıyor. Ve aralarında bir nöbet çizelgesi yapmış gibi, yıllara dağılıp eski, orta ve yeni çağlardan bizi ziyarete geliyorlar: Birer Bağdat olarak, birer Hiroşima olarak, birer Nagazaki olarak; birer Çernobil, Halepçe, Ruanda, Grozni, Saraybosna, Urumçi ve Halep olarak. Bizi ziyarete geldiklerinde, onların haritadaki yerlerini terk ettiklerini, bir devletle ya da ırkla bağlarını ebediyen kopardıklarını, artık konargöçer bir kan ve gözyaşı kabilesi sayıldıklarını hepimiz biliyoruz. Yapayalnızlar, yüzleri hep birbirine benziyor ve hep aynı dille konuşuyorlar. Rahat günlerimizin şiltesine bir yıkımın ağırlığıyla çöken bu aynı dilli, aynı yüzlü misafirlere bakarken sormadan edemiyoruz: Kardeşini öldüren Kabil’den, Mısır’da kafataslarını üst üste yığıp önünde geçit resmi yapan Perslerden, şehirleri cesetleriyle beraber seyretmekten zevk alan Cengiz Han’dan bu yana ne değişti?
Bakın işte yeni bir belde daha bu yana, bize doğru geliyor; çocuk çığlıklarıyla, siren sesleriyle, battaniyelere çarçabuk sarılmış cesetleriyle ve cesetleri taşıyanların da cesetleriyle, adı Doğu Guta. Onun yönetmeni de öncekiler gibi bizi kurmaca bir korku filmiyle, o sahte efektlerle, dizayn edilmiş yıkıntılarla kandırmak, “mış gibi yapmak” istemiyor. Plato gerçek, insanlar gerçek, uçaklar gerçek, toplar, mermiler, patlamalar ve yangınlar gerçek. Evimize son Hiroşima ya da son Grozni olarak gelen ve tıpkı onlar gibi kendisini kendisine aracı yapmaktan başka çaresi kalmamış olan Doğu Guta, bu aşırı gerçek film yüzünden hakiki bir yer olmaktan da çıkmış artık. Kuşatma altında dört yüz bin insan, dünyanın ortasında bir çukur açılmış da topluca o çukura düşmüşler sanki; kimse oraya yaklaşmak, elini uzatmak, birini dışarıya çekmek istemiyor. Çukur gittikçe derinleşiyor, içindekiler gittikçe küçülen bir gökyüzüne bakıp, onu bir yerlerden anımsar gibi oluyorlar. Sonra o anımsayış da bir top sesiyle ebediyen karanlığa gömülüyor. Doğu Guta’da gökyüzü bile bir tuzak artık…
Doğu Guta evimize, tünellerde, bodrum katlarında yaşayan çocuklarıyla birlikte geliyor. Ama bu çocuklardan bazıları önce gökyüzünün altında doğup sonra sığınaklara inmiş değil. Bunlar sığınaklarda, mumla aydınlatılan tünellerde, insan istiflenmiş bodrumlarda doğmuş olanlardan. Geçek bir korku filminin ortasında dünyaya merhaba demişler; bu yüzden, sonradan izleyecekleri hiçbir film onlara etkileyici gelmeyecek. Yine de anneleri, bu yeraltı şehri çocuklarını yıkayıp temizlemek, güzel güzel giydirmek için çırpınıp durmuş. Çocuk her yerde çocukmuş sonuçta, küçük şeylerden acayip mutluluklar çıkarabiliyormuş. Bu hiç de kolay olmamış ama; anneler tam çocuklarını yıkayıp giydirmişken yeni bir bomba daha düşmüş yukarılardan, her bir yerleri tozlanmış çocukların. Bu kez de böyle tozlu öbür dünyaya gitmesinler diye yıkayıp durulamışlar. Kalanlarla kalanların anneleri toz alma geleneğini hiç aksatmadan devam ettirmişler. İşte Doğu Guta’da, Doğu Guta’nın yer altlarında hayat böyle devam edip gitmekteymiş. Geçtiğimiz ay biraz fazla iş çıkmış annelere; çünkü iki bomba arasındaki mesafe kısaldıkça kısalmış; onlar çocuklarının daha bir yanağını silemeden, yeni bir bomba düşmüş tepelerine…
Doğu Guta evimize, son alarak insansız bir hava aracından, havadan çekilmiş görüntüleriyle geldi; onun, şuraya buraya dağılmış uzuvlarını, yıkıntılarını bir de şöyle yukarıdan, toplu olarak görüp bir kanaate varalım diye. İnsansız hava aracı, bir mezarlık haline getirilmiş mahallelerin, yıkılmış minarelerin, donakalmış araba iskeletlerinin ve bütün cepheleri kurşun yemiş camsız, kapısız apartmanların üzerinden geçiyor. Ve bir çocuk, bu her yanı açıkta kalmış apartmanlardan birinde bir odanın içine oturmuş, ölü şehri seyrederken takılıyor insansız hava aracının gözüne. O da şu hayalet şehrin sığınaklarında tozlanan çocuklardan biri işte. Bugün şehrini göresi gelmiş belli ki, harabe apartmanın üçüncü katına çıkıp duvarı yarıdan kopmuş odadan, bu hususi terastan diğer harabeleri seyrediyor. Sahne bütünüyle gerçek ve sahne bütünüyle şöyle özetlenebilir: Yerle bir edilmiş bir gezegende, insan soyundan kalma son varlık, çaresizce yıkımdan geriye kalan iskeletleri izliyor. Sonra, Doğu Guta adı verilen gezegen, bir başka gezegenin saldırısına uğramış ve bütünüyle tahrip edilmiş bir halde, uzay boşluğunda sessizliğe gömülüyor. Çocuğa ne olduğunu bilemiyoruz…