1768 yılında başlayan Osmanlı-Rus Harbi hem neticeleri itibarıyla hem de savaş sırasında Osmanlı ordusunun zafiyetini açığa çıkarması sebebiyle büyük bir öneme sahipti. Ruslar kısa zamanda Kırım’ı istila etti, Eflak ve Boğdan’ı işgal ederek Tuna nehrini aştı ve savaşın sonunda Osmanlılar ağır bir darbe aldı. Askerlerin disiplinsizliği, zaman zaman cephede çıkardıkları isyanlar, gerekli planlamaların hakkıyla yapılamayışı, lojistik hatalar düşman karşısında mağlubiyeti kaçınılmaz kıldı. Bunun yanında Rus donanmasının İngilizlerin yardımıyla Çeşme önlerine gelip Osmanlı Donanmasını yakması durumu daha da vahim bir hale getirdi. Lakin Rusya’da devam eden Pugaçev isyanı, Osmanlı bürokratlarının bir an olsun ümitlenmesine ve karşı taraftan barış müzakereleri yapılması için tekliflerin gelmesine neden oluyordu.
Müzakereler sonuç vermedi
1768 yılında başlayan ve 1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması ile son bulan süreçte zaman zaman yapılan müzakereler aslında her iki taraf için de bir zaman kazanma vesilesiydi. Bu görüşmelerden birine murahhas olarak Nişancı Yenişehirli Osman Efendi ile Ayasofya Şeyhi Yâsinîzâde Osman Efendi katıldı. Rusya’yı ise Mareşal Kont Mihail Petroviç Rumyantsov başkanlığında Gregor Orlov ve Rus elçisi Obreşkov temsil ediyordu. Romanya’nın Yerköy mevkiinde bir araya gelen taraflar arasında asıl mevzu Kırım topraklarıydı. Ruslar, Osmanlıyı bu savaşın müsebbibi olarak görüyor bundan dolayı tazminat isteğinde bulunup Kırım’a bağımsızlık verilmesinde diretiyorlardı. Ayrıca Rus tarafı Akdeniz ve Karadeniz’de savaş ve ticaret gemilerinin serbestçe dolaşabilmesi konusunda da ısrarcıydı.
İstanbul’dan gelen gizemli kâğıt
Müzakere görüşmelerinin hararetle devam ettiği günlerde İstanbul’dan gelen esrarengiz bir evrak gizlice Yenişehirli Osman Efendi’ye teslim edildi. Osman Efendi’ye bu çok önemli evrakı; Gregor Orlov, Obreşkov ve Mareşal Rumyantsov’un görüşmelere giderken üzerine basmaları için uygun bir yere gömmesi talimatı verilmişti. Bundan nasıl bir gayeye ulaşılmak istendiğine dair çok net bir bilgi olmasa da Rus temsilcilerin elleri boş bir şekilde geri dönmelerinin arzulandığı aşikârdı.
Karşılıklı talepler görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Rus tarafından önce Gregor Orlov ve ardından Obreşkov müzakereleri bırakıp Rusya’ya geri dönmüşlerdi. Ancak Sadrazam Muhsinzade Mehmet Paşa’nın ve Rus Mareşali Kont Mihail Petroviç Rumyantsov’un ısrarlarıyla iki taraf görüşmelere devam kararı aldı. Osman Efendi’nin sonraki izahatından anlaşılıyor ki İstanbul’dan gönderilen sırlı evrak planlandığı gibi Orlov ve Obreşkov’un beklenmedik bir şekilde ülkelerine geri dönmelerinden dolayı geçecekleri yere konamamış sadece Mareşal Rumyantsov’un bulunduğu yere gizlice gömülebilmişti.
Mareşal Rumyantsov evrakın üzerine basıp geçmesine rağmen müzakerelerden istenilen bir netice alınamadı. Yani sırlı evrak beklenileni vermedi. Yaklaşık iki ay süren Yerköy sulh görüşmeleri ve sonrasında yapılan müzakerelerden de bir sonuç alınamayınca savaş kaldığı yerden devam etti ve Osmanlı Devleti sonunda Küçük Kaynarca Antlaşmasını imzalayacağı ağır bir yenilgi aldı.
Sarayda fal ve sihir
Osmanlı içtimai hayatında büyü ve fallara gösterilen ilgiyle alakalı, Sultan III. Ahmet devrinin İngiliz Büyükelçisi Edward Wortley Montagu‘nun eşi Leydi Montagu’nun, padişahın kızı Fatma Sultan ile görüşmelerini anlatırken sarayda tanıştırıldığı yaşlıca bir hanımın çeşitli fallarla uğraştığını ve kötülükleri defetmek için büyüler yaptığını öğrenip eserinde (Şark Mektupları) bunu ifade etmesi dikkate değer. Leydi Montagu, yaşlı kadının Fatma Sultanın yanında el falına nasıl baktığını, ardından kurşun dökme ayininin ne şekilde icra edildiğini aktarıyor. Bunun yanında Osmanlı insanının kadere olan tevekkülü karşısında da şaşkınlığını gizleyemiyor.
Osmanlı’ya askeri uzman ve danışman olarak hizmet etmiş Moltke ise bir mektubunda, Nizip Muharebesinde Kumandan Hafız Mehmet Paşa’nın ordunun taarruzundan önce hava şartlarının önceden tayini için keçilerin kuyruklarına bakarak bir sonuç çıkarmaya çalıştığını, halkın büyü ve fal gibi mevzulara karşı zaafının olduğunu, İslam dininin emirlerine bu kadar riayet eden bir halkın yasak olmasına rağmen bu tür şeylere nasıl bu kadar ilgi gösterdiğini hayretler içerisinde kalarak anlatıyor.