Devlet teorisi ve sofra

“Seçim”le iş başına gelmeleri nedeniyle dört halife zamanında uygulanan modelin kavramlaştırılması önemli bir husustur. Türkiye’de Müslümanların büyük kısmı dört halifenin seçilme modelini (632-661), Batı tipi bir demokrasinin İslâm’daki ilk örneği olarak görüyor.

İslâm tarihinde “halkın kendi kendini yönetmesi” anlamında bir yaklaşım II. Dünya Harbi’nin sonunda ABD’nin küresel anlamda iktidarına kadar görülmemiştir. Türkiye’de de demokrasiye geçişin tarihi 1946’dır.

İslâm siyaset teorisinde iki akımın bulunduğu ifade edilebilecektir:
1) Halife seçimi modeli;
2) Saltanat modeli.

İlk modele “cumhuriyet”, ikincisine ise “monarşi” adı uygun düşebilir.

Rasülullah (s.a.v.)’in vefatı üzerine Ensar’ın ileri gelenleri “Sakife-i Beni Saide” denilen yerde toplandılar. Toplantıya katılanlar Medine’nin yerlisi olduklarını, Muhacirlere yurt-vatan verdiklerini, “ev sahibi” olduklarını, Müslümanların yöneticiliğini kendilerinin hak ettiğini düşünmekteydiler. Hazrec kabilesinin lideri Sad b. Ubade’nin halife olması görüşünde birleştiler.

Bu haber Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’e ulaştı. Onlar da Ensar’ın toplantısına katılmak üzere yola çıktı ve yolda rastladıkları Ebu Ubeyde b. Cerrâh da kendilerine katıldı. Hz. Ali’nin defin işleriyle meşgul olduğu için bu toplantıya katılamadığı belirtilir. Toplantıda “devlet başkanı” meselesi yeniden tartışıldı, Sad b. Ubade hariç katılanların oyuyla Hz. Ebubekir “Halife” seçildi.

Hz. Peygamber (s.a.v.) sonrası dönemin ilk devlet teşkilatlanması böyle tesis edilmiştir.

İslâm Ansiklopedisi’nde bu hadiseyi anlatan Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Sakife-i Beni Saide toplantısına Ensar ve Muhacirlerin büyük bir kısmının katılmaması ve Hz. Ebû Bekir’e sadece belli sayıda kişi biat etmesi nedeniyle buna “el-bey‘atü’l-hâssa” adı verilmiştir” der. Siyaset teorisinde seçme hakkı bulunan (ehl-i hâl ve’l akd) belli bir zümrenin yöneticiyi seçmesine “cumhuriyet” de denilebilir.

Türkiye, 1923-1946 arası bu modelle yöneticilerini seçti.

Eski Türk devlet teorisinde de “Hakan”ın seçimi halkın tamamının katılımı (oyu) ile yapılmamaktaydı. Bahaeddin Ögel’in “Türklerde Devlet Anlayışı” kitabında da belirttiği gibi Türk kağanları “Tanrı izin ve yarlık verdiği için, kut’um var olduğu için [yani, Tanrı bana devlet ve ikbal yolunu açtığı için, ayrıca talihim (ülüğüm) var olduğu için] kağan oldum” diyorlardı.

Bahaaddin Ögel, Göktürk yazıtlarında geçen bu sözün üç şart getirdiğini belirtir:
1) Tanrı, izin ve yarlıg verdiği için,
2) Tanrı, kut verdiği için,
3) Tanrı, talih (ülüg) verdiği için.

Ögel’e göre bu üç şart, “kağan” kişinin vücudunun ıduk (mukaddes) olmadığına işarettir. Diğer değişle “kağan”, ilahî bir varlık olmadığından ona verilmiş “kut” da süreklilik arz etmez.

Ögel’in açıklamasında, kağanın seçimi, teşkilatlı ve askerî yapı olan “aile birliği” sisteminden doğmaktaydı. Aileler “boy” halinde birleşiyor ve kendilerine “beg” ve boylarını temsil eden “tamga” seçiyorlardı.

Bu birlikler karşılıklı yardımlaşma amacıyla kuruluyordu. Kan akrabalığına (consanguinal) dayanan bu kuruluşlarda topluluk içindeki anlaşmazlıklar (social conflicts) begler tarafından çözülüyordu. Komutan olan bu beglerin büyük otoritesine rağmen birlik içindeki anlaşmazlıkların çözümünde “aksakallılar”ın da rolleri büyüktü. Topluluğun varlığı, beglerin cesareti ve bilgelerle birlikte aldığı kararlara bağlıydı. Böylece “beg seçimi” kendiliğinden gerçekleşiyordu.

Devlet ve hakanlık anlayışı halk zümresindeki bu teşkilatlı çekirdek yapıdan yükseliyordu. Beglikten, “Ulu beglik”e geçiş de aynı modelin genişletilmesini ifade etmekteydi.

Ögel, bir de “kurultay” sisteminden bahsetmektedir. Her yıl devletin ileri gelenleri ata mağarasına gidip Tanrı’ya kurban vermekteydi. Bu kurultayda hakan seçilir veya hakanlığı yinelenirdi. Hakan halka “toy verir”di. Hakan toy vermezse, halkın şikâyeti yükselir, “kut” tartışılmaya başlardı.

Türk devlet teorisinde “sofra açmak (geçimi sağlamak)” ve aksakallıların onayını almak “kut sahibi” hakanın deliliydi.