Kara kâhin ve adamları 15 Temmuz gecesi şeytanın emriyle harekete geçtiklerinde, Bozkurtlar siyasi tarihlerinin en karmaşık dönemlerinden birini yaşamaktaydı. Türk geleneğinde hiç de hoş karşılanmayacak bir yolla lidere başkaldırılmış, partileri içeriden muhalefetle birkaç parçaya bölünmüş ve milliyetçi camia bir ev içi kavgasının mağduru haline getirilmişti. Ancak o işgal gecesinde Başbuğ’un kim olduğuna listeler, tüzükler, delegeler değil tarih karar verdi. Devlet Bey, Türk vatanının bir saldırıya uğradığını öğrenir öğrenmez, yüksek bir milli bilinçle, hiç zaman kaybetmeden kararını verdi ve ülkücülerden meydanlara inmelerini istedi. Ülkücüler de tıpkı liderleri gibi memleketin başına gelen felaketin farkındaydılar, onlar da bir an bile tereddüt etmeden sokaklara aktılar, tankların karşısına dikildiler. O gün işaret parmağını kaldırarak düşmana karşı duranlar bir de baktılar ki yanlarında uzun zamandır ihmal ettikleri, ilgilenmedikleri, hatta ırkçı diye küçümsedikleri bozkurt işareti yapan delikanlılar, genç kızlar, kadınlar var. Yalnızca partilerinin içinde bulunduğu atmosferi değil, iktidar partisiyle aralarındaki mesafeyi de unutup, vatan nöbetini tutmak için, en önde ve korkusuzca yerlerini almışlar…
15 Temmuz gecesi tankların karşısına çıkan çok az insan bir Bozkurt kadar kahrolmuştur. Bütün hayatlarını orduya ve millete adamış olmanın verdiği bir kahırdı bu. Bir Bozkurt başını kesseniz kendi ordusuna karşı savaşmaz, kendi askerinin önünü kesmezdi. Ama işte meydanlardaydılar ve liderleri onlardan, darbe yoluyla girişilen bu işgale karşı durmalarını istiyordu. Sevginin en iyi yanlarından biri, tertemiz bir sezgiyi de kalpte saklı tutmasıdır. Vatan sevgisi sayesinde, karşılarındaki insanların Türk ordusuna mensup olmadıklarını hemen sezmişlerdi. Bunlar Türkün ordusuna sızmış, silahlarını yağmalamış, içerden bir işgal için görevlendirilmiş hainlerdi. İhanetin ne demek olduğunu, uzun Türk tarihinin her bir basamağını aile şeceresi gibi hıfzeden bir ülkücüden daha iyi kim bilebilirdi ki! O gece, onurlu atalarının geçtiği sıratı, bizzat o sırattan geçerek tecrübe ettiler. Dur dedikleri düşman, Orta Asya’da Çin ile gizli işbirliğine girişen kansız beylerdi işte, Moğollara casusluk yapan ikbal düşkünü subaşılardı; işgal İstanbul’unda İngilizlerle iş tutan adamlardı. Onlar da tıpkı büyük atalarının yaptığını yaptılar; bu ahval ve şeraitte bütün siyasi hesapları bir kenara bırakıp, vatan cephesine indiler. Gelecek kuşaklar, on yıllardır hakir görülen bu yiğitleri derin bir muhabbetle anacaktır…
Bu mektubu okuyacak Ülkücü arkadaşın bilmesini isterim ki, okuduğu cümlelerin yazarı da kendisi hakkında zaman zaman ileri geri konuşmaktan geri durmadı. Milliyetçiliğin bir sokak ideolojisi olduğunu savundu mesela; sanattan, müzikten, edebiyattan nasibini almadığını dillendirdi; devletin yeri geldiğinde kullandığı sivil bir güçtür, dedi. Oysa şimdi düşünüyorum da, 15 Temmuz gecesi meydanlara inmemiş olsaydınız, o gün siyasi bir iktidarı değil vatanı savunduğumuza çok az insanı ikna edebilirdik; Ergenekon’dan bu yana tutuğunuz cephe bomboş kalırdı; hepsinden önemlisi, düşman sizin olmadığınız bir cephede işgalini pek çok bahaneyle perdeleyebilirdi. Siz tankların önünde durunca herkes bütün berraklığıyla anladı ki, köprüleri tutan ordu Türk’ün ordusu değildir. Eğer onlar Türk’ün ordusu olsa, bağrınıza taş basar, boynunuzu namlulara uzatır yine de ellerinizi havaya kaldırmazdınız. Meydanlardaydınız, en önde duruyordunuz, tankların karşısında elleriniz havaya kalkmıştı, Bozkurt işareti her yerden görünüyordu; bütün bunların anlamı şuydu: Vatan elden gidiyor!
Vatanımıza karşı 15 Temmuz gecesi girişilen işgal hareketinin püskürtülmesinde Devlet Bey’in oynadığı rolü tarihin ayrı bir başlık altında anlatılacağına şüphe yok. Carl Schmitt, ‘lider’i, “vaktinde ve etkin karar alabilen kişi” diye tanımlar. İşgalcilerin Türk askeri kılığında harekete geçtikleri o karmaşık anlarda, Devlet Bey, siyasi görgüsü ve sezgisiyle hiç zaman kaybetmeden kararını verip, kitlesini seferber etmekte tereddüt göstermedi. Onun tarzı, “partimiz bütün darbelere karşıdır” türünden, muğlak açıklamalar yapan siyasi aktörlerin tavrından net bir biçimde farklıydı. Kesindi, kuşkuya yer bırakacak muğlaklıklardan uzaktı. Liderliğinin en önemli yanı sadece hadiseyi tespit etmiş olması değil, ülkücülerden meydanlara inmelerini istemesiydi. Ülkücüler de bu tarihi görev anında hiçbir tereddüte düşmediler. Ve biz, tarihimizin o karanlık gecesinde Devlet Bey gibi, vatan nöbeti tutan liderlerin önemini bir kez daha tecrübe etmiş olduk. Vatan nöbetinin kıymetinin oy oranıyla değil, zor oranıyla anlaşılacağını da. 15 Temmuz gecesi bir işgale maruz kaldığımızı kavrayamayan, kışlada kalan tankla kışladan çıkan tank arasında kararsız kalan ve hatta kararını bu ikisi arasında bir yerde bekleten herkes kaybetti. Devlet Bey’i tarih, 21. asrın başında Türk Yurdu’nun işgaline karşı göğsünü siper etmiş bir lider olarak hatırlayacak.